3. BÖLÜM

23 2 0
                                    

Şöminenin karşısında durmuş şanssızlığıma lanet ediyordum. Bir hafta bir gündür buradaydım ve bu kulübeye benim haricimde en son bir hafta önce Damian gelmişti. Normalde en fazla beş gün kaldığım yerde bu kadar süre yalnız bir şekilde sürünüyordum. Resmen yalnızlıkla sınanıyordum!

Bunu sorun etmiyordum tabii ki ama bu sabah yaşadığım şey yalnızlığıma tuz biber olmuştu.

Her sabah uyandığımda şöminenin yanında bir odun yığını olurdu ama bu sabah hiçbir şey yoktu. Ne kibritler ne de bir tane odun. Sadece bir not. Bir de bütün odayı sarmış olan karanfil kokusu.

''Dışarı çıkmanın zamanı geldi Kızıl, bir haftadır o köhne kulübede yalnız başına sıkılmadın mı? Odun kokusundan ölmedin mi?''

Evet, odun dumanından ölmüştüm ama korkuyordum. Cesur birisi hiç olmamıştım ama hep cesaret gerektiren şeyler yaşamak zorunda kalmıştım. O gece de beni çok zor durumda bırakan geceleden biriydi hatırladığım kadarıyla. Düşünün -ben artık düşünemiyorum-, birisi geliyor ve senin saklandığını bilerek her şeyi rahat edeceğin şeklinde düzenliyor ve gece uyurken gelip seni izliyor. Notu yazan da büyük ihtimalle Bay Karanfildi. Tabii ki evden çıkmayacaktım, deli miyim?

2 Saat Sonra

Elimdeki çekici öfkeyle yere atıp kendimi yere bıraktım. Evet yine kendimle çelişmiş ve dışarı çıkmıştım.

Aptal kapı açılmıyordu ve ellerim soğuktan acımaya başlamıştı. Sevgili ailem ben güvende olayım diye fazlasıyla çabalıyordu, anlıyorum ama odunluğa çelik kapı taktırıp anahtarı bana vermemek üst bir seviyeydi.

Sırf belki Damian veya başka herhangi biri gelir diye terden ölmeme rağmen bütün odunları yakıp bitiriyordum bugüne kadar ama ne kadar çabalasam da odun stoğunu yenilemek için gelen kimseyi yakalayamıyordum. Ruh gibiydiler aptal çalışanlar! Herkes aptaldı zaten çevremdeki!

''Aptal çalışanlar, aptal kurallar, aptal çekiç ve aralarındaki en yeni aptal olan Bay Karanfil!''

Aferin aptal kızıl, çıldırdın sonunda. Seni gören deli sanar, odunluğun önünde bir çekiçle oturmuş herkese aptal diyorsun. Tam bir ergens-

''Ya yeter! Sus artık! Sanane be? İstediğime aptal derim!''

Tamam.

Bir süre daha oturup kendi kendime söylendikten sonra yanımda hissettiğim bir varlıkla kafamı kaldırdım ve bir çift kahverengi gözle göz göze geldim.

Daha doğrusu burun buruna.

Bana doğru eğilip sırıtan kişiyi iyice incelemek için ayağımla kendimi ittirerek biraz geri çekildim. Ne yazık ki güneş arkasında kalıyordu ve yüzü gölgeleniyordu.

Yakınlığımızdan rahatsız hissettiğimi anlamış olacak ki biraz geri çekildi ve gülerek konuşmaya başladı. ''O aptal Şeytan susmuyor mu? Seni çok sinirlendiriyor olmalı, onun yerine benimle konuşmaya ne dersin? Daha eğlenceliyimdir, emin ol.''

Hiçbir şey demeyip yüzüne bakmaya devam ettim. Kaşlarımı soru soruyormuş gibi gözüktüğünü düşündüğüm bir şekle soktum ve elimi cebime attım. Gözleri bir saniyeliğine cebime kaydı ama hemen kendini toparlayıp gülmeye devam etti.

''Benimle konuşmak istemiyor musun? Tamam, o zaman bende konuşmam, otururuz.'' Bir süre sustu çünkü rüzgar uğulduyordu. Yanıma gelip çömeldi ve ellerini başının arkasında birleştirip uzandı. ''Bizim yerimize rüzgar konuşsun,'' dedi gülerek. Neden bu adam her geldiğinde rüzgar esiyordu? Nefes almadan en fazla kırk saniye durabilirdim, yoksa yine o kokunun büyüsüne kapılacaktım.

Gözyaşı SavaşıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin