7. BÖLÜM

54 46 50
                                    

Kolumdan düşmek üzere olan çantayı omzumla arkama doğru ittirerek hızlıca yürümeye devam ettim. Üstüme ince bir kıyafet bulamayınca oraya giderken giydiğim kirli pembe tişörtümü giymiştim ama o da sanki çöpten çıkmış gibi hem kokuyordu hem de tozluydu. Gözümdeki güneş gözlüklerini kafamı arkaya atıp yukarı kaldırdığımda gökyüzünün ne kadar da mavi olduğuna şaştım. Uzun zamandır güneşli bir hava görmediğim için bulutların yavaş yavaş hareket etmesini gülümseyerek izledim.

Bu hayatta sevdiğim sayılı şeylerden biriydi mavi gökyüzü ve bulutlar. Çocukken her renkte bulut ve gökyüzü resmi çizip gizlice girdiğim Damian' ın odasında eşyaların altına saklardım. Bazen yıllarca sakladığım yerde kalırdı kağıtlar çünkü dolapların altına veya kıyafet dolabının en köşesine, uzun zamandır kullanmadığı çantasına ve katlayıp eşyaların arasına sıkıştırdığımda bulması kolay olmuyordu. Geçenlerde döşemenin kenarında gördüğü bir şeyi çekip almıştı ve kağıdın benim resimlerimden biri olduğu ortaya çıkmıştı. Kahverengi bulutların olduğu yeşil bir gökyüzü görmeyi ikimiz de beklemiyorduk.

Hatırladığım anılarla burukça gülümsedim. Bana en yakın kişi ve en yakın arkadaşım olduğu için birlikte fazlasıyla anımız vardı. Aklıma kulübeye geldiğimiz ilk gün -on küsür gün önce- gelince yaptığım saçma hareketleri hatırlayıp güldüm. Bana acıyarak baktığını sanmış ve bu yüzden ona epey bir trip atmıştım. Birkaç gün sonra tekrar gelene kadar tabii...

Korna sesiyle gözlerimi kocaman açıp etrafıma baktım. Sokakta kimse yoktu az önceye kadar. Solumda gördüğüm arabaya kaşlarımı çatarak baktım. Gözleriyle trafik lambasını işaret edince utanarak karşı kaldırıma koştum. Ellerimdeki çantalar beni epey bir zorladığı için pek koşmamış da topallamıştım.

Çantaların içi bulduğum eski eşyalarım ve kıyafetlerimle doluydu. Mektubun içinden çıkan fotoğrafın arkasına not kağıtlarından biriyle eşyalarımı da getirmemi yazmıştı Karanfil Kokulu Adam. Fotoğrafa hala cesaret edip bakamamıştım, evde bakacaktım.

Arabadaki sabırsız adam kornaya uzun süre bastığında arkamı dönüp ''Etre patient! (Sabırlı ol!)'' diye bağırdım. Basmaya devam ettiğinde sinirle yolun ortasına doğru yürüdüm. Çok erken bir saat olduğu için bizden başka kimse yoktu yolda. O istediği gibi kornaya basıyordu ben de lanetler yağdırabiliyordum. Sıcak yeterince sabrımı zorluyorken bir de bu adam başımı şişirince çıldırmıştım.

Yolun ortasına yürümemi gayet sakin bakışlarla izledi. Kornaya o lanet uzvu yapışmış gibiydi, çekmiyordu elini! Araba oldukça yakınımda durduğu için o benim yüz ifademi görüyor, ben onun uğursuz yüzünü görüyordum. Çantaları yere bırakınca kaşlarını çattı. Ağrıyan bacaklarımı durmanın verdiği mutlulukla yavaşça yere oturdum Türklerde gördüğüm gibi bağdaş kurdum. İnanamayan gözlerle bana bakıyordu. Sırıttım ve çantamdan çıkardığım suyu kafama diktim. Sinir ve sıcak bana iyi gelmiyordu, kimseye iyi gelmediği gibi. Ellerimle kendimi yelleyip gökyüzünü seyretmeye başlayınca bir sessizlik oldu. On veya yirmi saniye sonra araba kapısının sesini duyunca daha fazla gülümseyip gözlerimi kapattım.

''Il y a un parc un peu plus loin, les bancs sont confortables et propres. Je te le dis pour que tu saches. (Biraz ileride bir park var, bankları rahat ve temiz. Bilginiz olsun diye söylüyorum.)''

Adam Fransızca konuşunca yutkundum. Hiç ummuyordum doğrusu bildiğini. Burası yerel dil olarak ya Afrikanca ya da Arapça konuşuyordu. Fransızca bilmesi biraz tuhafıma gitse de cevap vermeden oturmaya devam ettim. Tepemdeki adamın derin derin nefesler alıp verdiğini duyunca kıkırdadım. Sessiz olmayı becerememiş olmalıyım ki tepemdeki gölge bir anda yok oldu ve adam karşıma geçti. Güneşten yüzünü seçemesem de sarı saçlarının güneşte parladığı barizdi.

Gözyaşı SavaşıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin