Dünyanın en şanssız insanı olduğuma emindim. Gerçekten öyleydim.
Proje teslim tarihini bana yanlış söyleyen arkadaşım yüzünden bugün getirmem gereken projeyi iki hafta sonra götüreceğimi düşünerek yapmamıştım bile. Koskocaman bir sıfır almıştım. Yarın eğer götürmezsem o sıfır öylece kalacaktı üstelik. Ve ben inanın, dünyanın en şanssız insanı olduğumu yeniden söylemek zorunda kalıyorum bu durumda çünkü proje malzemelerini almak için bütün gün aç durarak harcamadığım paramın olduğu ceketimi okulda kaybetmiştim. Nerede olduğuna dair hiçbir fikrim yoktu, her yeri aramıştım ama bulamamıştım işte. Ben de sonunda el mecbur okuldan ayrılmak zorunda kalmış, eve gitmek için yürümeye başlamıştım. Fakat diyorum ya, bugün benim günüm değildi kesinlikle. Yoksa aniden bastıran sağanak yağmur yüzünden sırılsıklam olmak zorunda kalmaz, eğer olsaydı beni koruyabilecek ceketim yüzünden sinirlendiğim için ağlama durumuna gelmezdim. Gerçekten en şanssız insan bendim.
Son dersimiz beden olduğu için üniformam yerine giydiğim beyaz tişörtüm üzerime yapışmış, gri eşofmanım ve sırtımdaki çantam ise ıslandığı için fazlasıyla ağırlaşmıştı. Bu da haliyle yürümemi zorlaştırıyordu. Ki zaten, gözlerimi açmamı bile engelleyen yağmur varken bu halde yola devam etmem epey zordu. Eve varmama da bu hızla devam edersem, on beş dakika kadar kaldığı için hemen bir yerde beklemem gerektiğini düşünmeye başlamam çok gecikmedi.
Etrafa kolayca bakabilmek adına ellerimi kaşlarımın üzerinde tutup, gözlerime yağmur damlaları gelmesini engellediğimde hızlıca irislerimi caddede gezdirdim. Koşuşturan birkaç insan ve kapalı dükkanlar harici hiçbir şeye rastlayamadığımda yeniden adımlamak üzereydim ki, yalnızca on, on beş metre uzaklığımda olan kafeyi görüverdim. İçinde bulunduğum berbat duruma rağmen dudaklarım yanaklarıma tırmandığında ise çoktan kafeye doğru koşmaya başlamıştım bile. Pek işlek olmayan bir cadde olan bu yerdeki tek açık dükkân olması bu sefer gerçekten benim şansımaydı.
Bir dakika dahi geçmeden, kısa bir sürede, kafeye varmış, birkaç hafta geçmesine rağmen hala Cadılar Bayramı'na ait süslemelerin asılı olduğu kafenin kapısını ittirmiş ve içeri girmiştim.
Görüşümü engelleyen ıslak saçlarımı arkaya doğru atarken bir yandan da etrafa bakmaya başladım. Evime çok yakın olmasına rağmen buraya hiç gelmemiştim. Aslında, kafelere gitmeyi pek tercih eden biri değildim ve tamamen saçma bulurdum. Babama yalvararak aldırdığım kahve yapma makineleriyle evimde istediğim çeşitte kahve yapabiliyordum sonuçta, bir bardağa tonlarca para ödemek zorunda kalmıyordum. Bu yüzden çok sevgili arkadaşlarımın ısrarlarına rağmen hiç kafeye gitmezdim.
Ve bu gelişim zorunlu olduğu için son olarak da kalacaktı.
Birkaç Cadılar Bayramı süslemesi, köşedeki bir kitaplık ve yanmayan şömine, şirin masalar ve bunun haricinde büyük, rahat koltuklu masalar, çeşitli tatlının bulunduğu bir vitrin ve kasanın arkasında bulunan duvarı kaplayan menüden ve bir kapıdan başka bir şey yoktu. Hoş bir yerdi, güzel, sakin şarkılar kulaklarımı dolduruyordu. İçimi ısıtıvermişti bu yer anında.
Ancak yine de hala ve hala, donuyordum. Tamamen ıslak olduğum için titrediğimi fark ettiğimde içeride kimseyi göremeyerek ofladım ve masalardan birine yürümeye başladım. O anda da kasanın arka tarafındaki kapıdan biri çıkıvermişti. Gözlerim direkt bana bakan kişiye çevrildiğinde yürümeyi bırakıp durdum olduğum yerde.
Simsiyah, omuzlarına dökülmek için çırpınan saçları vardı. Küçük burnu ve pembemsi dudakları, çıkık köprücük kemiklerini gizleyemeyen beyaz bir tişörtü vardı. Aynı teni gibi. Bembeyazdı sahiden, siyah saçlarıyla teni öyle güzel bir uyum içindeydi ki yanıma geldiğini bile fark edemedim. Mest olmuştum tam anlamıyla, nefeslerimin kesikleştiğini de fark edemedim böylelikle.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
shades of blue
Hayran Kurguyazan: qoeris prompt sahibi: starkamour Ayak izlerimiz uyuşmasa bile bu yolu seninle yürümek istiyorum. christmas!au strangers to lovers