Bölüm şarkısı / The Weeknd - Party Monster
İyi okumalar.
Taehyung ile mesajlaşmamızın ardından telefonu koltuğa fırlatarak saçlarımı sinirle çekiştirmeye başlamıştım. Sikeyim benim gerçekten hiç şansım yoktu. Bu yetmezmiş gibi bir de üstüne Trevor'dan gelen bildirimi de görmemle sinir katsayım bambaşka bir evreye ulaşmıştı. Sanırım benim için dünyanın sonu tam da şu an gelmişti.
Evin içinde ne yapacağımı bilmez bir şekilde volta attığım sırada çalan kapı ziliyle birlikte anlık olarak kitlenmiştim. Siktir, ilk hangisi gelmişti?
Derin nefeslerim ve korkunç şüphelerimle birlikte olduğum yerde sürekli olarak gelgit yapıyor, kendimi sakinleştirmeye çalışıyordum fakat nafileydi. Sanki böyle yapıyor oluşum daha da paniklememi sağlıyordu. Anlayamamıştım. Delirmeme ramak kaldığı sırada kulağıma dolan bir diğer zil sesiyle olan kaosun ortasına geri dönmüştüm.
Elimi kapının koluna doğru uzatırken, içimden de defalarca kez kapının ardındakinin Trevor olmasını diliyordum. Trevor olursa bir şeyleri toparlamak benim için daha da muhtemeldi. Taehyung gelmeden önce onu buradan postalayabilir, belki de olası bir felaketi önleyebilirdim.
Taehyung'un buraya ilk gelecek olması düşüncesi bile beni ürkütmüştü. Kafamda canlandıramadığım sahnelere tanıklık edebilirdim. Buna gerçekten gerek yoktu.
Bedenimden stres resmen aşağı doğru yuvarlanırken kapı kolunu tutarak aşağı çekmiş, açtığım sırada aralıktan gördüğüm kişiyle içimden sertçe bir küfür savurmuştum. Gerçekten mi?
Taehyung.
Sikeyim, bugün burada gerçekten kan çıkacaktı. Bedenim anlık olarak kasıldığında sihirli güçlerim olmasını dilemiştim. Zamanı geri alarak Trevor ile tanışmamış olmayı..
Tabii ki gerçeklikte kalmalıydım.
Taehyung'un yüzünde gördüğüm o korkunç ifade her şeyi olduğundan daha da zorlaştırmıştı sanki. Paniklediğimi asla fark etsin istemiyordum. İçten içe bana da sinirli olduğunu bilmek hem onu dövmek istememe, hem de kalbimin ona mahcup olmuşum gibi sıkışmasına neden oluyordu. İtiraf etmem gerekir ki; bu ikilem iğrençti.
Yüzümdeki kendimin de anlamlandıramadığı o tuhaf ifadeyi silerek gayet düz bir mimik takındıktan sonra geçmesi için kenara doğru çekilmiştim. İçeri geçmeyip orada öylece dikilerek beni süzdüğünü anlamak çok da zor olmazken, hızla üstüme doğru gelerek beni duvara yaslaması bir olmuştu.
Bu hareketi asla kapılmak istemediğim o gerçeklikten beni tamamen çekip çıkarırken, şaşkın bakışlarım siyahlıklarında takılı kalmıştı. Şu an da konuşmak istemiyor gibiydi. Sanki gözleri gözlerime bağırıyor, benimle öyle iletişim kurmak istiyordu ama ben anlayamıyordum.
Karanlığından aydınlıkları çekemiyordum.
Aramızdaki mesafe gittikçe azalırken, dudaklarımız arasında da milimler oynuyordu. Yarım kalmış şeyleri şu an tamamlamak istiyordu. Öpüşmemizi bu aptal nedenden dolayı böldüğüm için de bana ekstra sinirliydi. Farkındaydım. Belki de gözleri bana bunu haykırıyordu.
Siktir etmek istemiştim. Bugünüm son günümmüş gibi onu öpmek istemiştim ama yapamazdım. Hayır Jungkook. Kriz yönetimi böyle bir şey değildi.
Onu arzulayan nefesim onun nefesiyle karışırken ikimizde aynı anda yutkunmuştuk. Bedenlerimiz birbirini çekiyordu. O da direniyordu. Ben de. Bunun zorunda oluyor oluşumuz bedenlerimizi daha da alevlendiriyordu sanki.
Yapamazdık.
Ellerim onu ittirmek adına yavaşça göğsüne doğru çıktığı sırada, ellerim altındaki kumaşı sıkıca kavramıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
wanna be yours | taekook
Teen Fiction"dayanılmaz görüntün beni cezbediyor. hile yapıyorsun jungkook. şeytanla kumar oynuyorsun." taekook texting / düz yazı