giriş

1.5K 100 6
                                    

Bir varmış, birde yokmuş.
Evvel zaman içindeymiş ama kalbur saman içinde değilmiş.

Hiçbir şey toz pembe değilmiş. Bu masal mutlu diyarların güzel prensesine de ait değilmiş.

Bu, henüz on yedi yaşında Kraliyete doğmuş olmanın mecburiyetini yüklemeye çalışan, güçlü görünen ama yorgun olan prensesin hikayesiymiş.

Bu, iktidar ve sonsuz güç için feda edilen o kızın hikayesi.

***

👑

RİCHARD KRALLIĞI

Dünyaya gelen her canlının kendine göre zorluğu vardı. Dünya zor bir yerdi ve bu zorluklarla karşılaştıkça bir sınavda olduğunu çok iyi fark ediyordun.

Herkesin sınavı farklıydı ve insanoğlu daima kendinden beterini düşünerek kendini avutmaya çalışırdı.

Halktan olsan evsiz dilenciyi, soylu olsan halkı hakir görürdün. Hanedanın en küçüğü olan Prenses Aria acıyla gülümsedi. Onları hakir göremiyordu çünkü onlar kendi paralarını kazanıp özgürce harcama hakkına sahipti.

Kendisi bir Prenses olabilirdi. Kutlu İngiliz Hanedanının en küçük veliahtı olabilirdi. Ama hiçbir kararını yalnız başına alamıyordu. Tıpkı şu an gibi.

Kral babası Alex akşam yemeği öncesi kendisini odasına çağırmış, o zehir zemberek kararını kendisine açıklamıştı. Duyduklarına inanamayan Aria, bir adım geriye sendeledi.

Annesi Nadia, endişeyle "Kızım," diye seslendiğinde Aria'nın kulaklarında hala babasının söyledikleri dönüyordu.

Krallığımızın çıkarları adına evlenmene karar verdik demişti değil mi? Osmanlı'ya gelin gideceksin demişti.

Bunu Krallığın için yapacaksın kızım demişti.  Krallığın için Osmanlı'nın en büyük şehzadesinin önce koynuna, sonra kalbine, sonraysa aklına gir demişti. Krallığının selameti adına yapmak zorundasın.

Gözleri dolu dolu olduğunda "Baba," diyebildi. "Ben yapamam."

Kral Alex yılların verdiği tecrübe, zarafet ve acımasızlıkla ayaklandı. O, başındaki tacı şüphesiz en iyi taşıyan Krallardandı. Ve ölmeden önce adını tarihe altın harflerle kazımak istiyordu. Düşman Osmanlı İmparatorluğunu yerle bir etmek istiyordu. Karşısındaki kızını Osmanlı'nın kalbi yapmak istiyordu.

Küçük kızının tam karşısında durdu. O tıpkı annesi gibiydi. Annesinin kopyasıydı. Kızı Aria'ya ne zaman baksa eşi Kraliçe Nadia'nın saraydaki ilk toy halleri aklına gelirdi.

Fakat ikisi arasında büyük bir fark vardı. Karşısındaki kızı çok daha güçlü olmayı hak ediyordu. Çok daha iyi bir lider olabilirdi. Çünkü o doğduğu ilk andan beri asil kandı ve tüm İngiltere'nin saygı ve sevgisini doğduğu ilk anda üzerine çekmişti.

Ellerini kızının omuzlarına koyarak "Vakti geldiğinde, kazanmaya başladığımızda beni anlayacaksın," dedi. "Sen krallığımızın ışığısın kızım. Bunu ülken için yapacaksın."

Aria kafasını kaldırarak babasına baktı. İlk aşkı babasına. Yenilmez, yıkılmaz sandığı babasına. Acı kahve gözleri öfke ve üzüntüyle harmanlanmıştı. "Neden ben? Ablalarım varken neden ben?"

Alex ellerini kızının omuzlarından çekti. Ellerini ardında birleştirdi. Bunu kızına söylemeyi o da istemiyordu fakat karşısındaki narin kızının artık büyümeye başlaması gerekiyordu. O, tüccar bir aileye değil soylu İngiliz Krallığına doğmuştu. "Çünkü ablaların arasında en savunmasız ve güçsüz sensin,"

Aria'nın işittikleri ona daha ağır geldiğinde bir adım daha geriledi. Hayal kırıklığıyla babasına bakmaya devam ederken acı gerçekle yüzleşmeden edemedi. Sahi o en güçsüzleri miydi?

En büyük ablası Elizabeth ve ortanca ablası Angela gerçek bir Prenses'lerdi. Asilzadelere yaraşır cesaretteydiler. Babası haklıydı. Kendiyse hala kılıç talimlerini bile izlemeye korkan bir çocuktu.

Öfkeyle yumruklarını sıktı. "Peki benden daha güçlü ablalarım varken neden ben? Onlar senin yüzünü kara çıkarmaz!"

Alex ufak bir tebessüm etti. "Bunu sen bile fark edebiliyorsan Osmanlı İmparatorluğu da fark eder öyle değil mi kızım? Onlar bunun yalnızca bir dostluk nişanesi olduğunu sanacak. Sen onlar için toy, savunmasız, anne ve babasının dizinin dibinden ayrılmayan küçük bir prensessin. Kim böyle bir çocuğun gelin gittiği aileyi darmadağın edeceğini akıl eder? "

Aria duyduklarına inanamıyordu. Babasından bunu asla beklemiyordu. Ya annesi? Ona ne demeliydi?

İşte sorun tam da burada başlıyordu. O, insanlara çok güveniyordu. Ablalarıysa yalnızca kendi çıkarları adına yaşarlardı. Ağabeyleri ise yalnızca koltuk için. Aria daima ailesini çok seven taraf olmuştu. Onlar için çabalayan. Onların yüzünü güldürmek isteyen.

Şimdi tam da bu yüzden gözden çıkarılıyordu.

Hayır dese, itiraz etse de babasını kararından dönderemeyeceğini biliyordu. Karşısında daha fazla ağlamaksa gururuna dokunacaktı. O, bunları hak etmiyordu.

Gelen ağlama isteğini durdurarak "Ne zaman gideceğim?" diye sordu.

Babası memnuniyetle başını dikelttiğinde yüzü gülüyordu. O da kızını düşman inine yollayacağı için memnun olmasa da ülkesi için, hanedanı için en doğru olanı buydu. O bir Kraldı ve onun için her daim mantık öncelikliydi.

"İki gün sonra öğle vakti veda törenin var. Şehzade Mehmet bizzat gelerek seni alıp götürecek,"

Aria daha fazla tutamadığı gözyaşlarını yanaklarından bir bir akıtmaya başladığında Alex yumruklarını sıktı. Kızını canından çok seviyordu.

Güzeller güzeli kızına ardını döndüğünde eşi Nadia'nın da gözlerinin yaşlı olduğunu gördü. Aria'nın ağlamasına daha fazla göz yumamayan Nadia hızla kızına doğru gidiyordu ki Alex eşinin kolunu çevik bir hamleyle tuttu.

Nadia dolu gözlerle kocasına döndü. Kocasıyla yalnızca bakışlarıyla bile anlaşabiliyordu. Alex gidemezsin diyordu. Nadia'nın tek isteğiyse ağlayan kızına omuz vermekti.

Kral Alex dolu gözleriyle altın işlemeli tahtına bakakalırken sırtını döndüğü kızına seslendi. "Akşam yemeğine gelmekte özgürsün. Odana istirahate çekilebilirsin. İki gün içinde kendini hazırlasan iyi edersin. Yarın sabah çeyizin için yeni nedimeler gelecek. Ona göre hazırlıklı ol."

Bu kadardı değil mi? Aria'nın hayatı işte bu sözlerle mahvolmuştu. Genç bir kızın tüm kaderi iki dudağın arasından bir bir dökülmüştü.

Aria, ömür boyu babasının saltanatının bedelini ödeyecekti.

👑

İnstagram : morsakayikhikayeleri

OSMANLI'NIN KALBİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin