Karanlıktı, bulanıktı ve silikti her şey. Gözlerimi hissedemiyor, kulaklarımın uyuştuğunu anlayabiliyor, etrafımda olup biteni idrak edemiyordum. Yaşamak için can çekişiyormuşum gibi hızlı hızlı nefes alabiliyor, ölmek için zamanı sayıyor gibiydim. Nasıl bu kadar hızlı nefes alıp da nefes aldığımı hissedemiyordum?
Bu mümkün değildi. Beynim bu kadar uyuşmuş olamazdı değil mi? Kafamı salladım, bu sessiz karanlığın bir an önce sesli bir aydınlığa dönüşmesi için yalvarıyordum çünkü uyuşuk olan zihnim tembelliği bırakmış gerçekleri gözlerimin önüne yavaş yavaş sermeye başlamıştı. "Abi," dedim sesimin çıktığından emin olamadan.
Hâlâ sessizliği yenemeyen zihnim bedenime komutlar gönderiyordu. Sağa doğru kıvrıldığımda ellerimi ve ayaklarımı hareket ettiremedim ve bileklerimde ufak bir acı nüksetti. Kim beni bağlamıştı? "Abi!"
Sessizliği yenen ufak bir ses titredi karanlıkta. Bu ses küllerin dansıydı. Kör olmuş gözlerin zevk aracılığını yapan küllerin edepsiz dansı. Öyle arsız, öyle istekli ve o kadar zararlı. Bir çok güzelliği kirlettiği gibi, kirli bedenlerin ve zihinlerin destekçisi.
Abim sigara içmezdi ki.
Abim beni bağlamazdı da.
"Debelenip durma artık," dedi aşina olduğum bir ses. Sonra zihnim bütün çıplaklığımı gözlerimin önüne sermişti. Hayır, mecazi anlamda söylemiyorum bunu çünkü tamamen çıplak olan bedenimi gözlerimin önüne sermişti. "Uslu durursan gözlerini açacağım."
Sessizce gözyaşlarım akmaya başladı. İlk önce yavaş yavaş, sonra hızlandı. Sesli veya sessiz, çığlığımı kimse duyamıyordu. Ben bile duyamıyorken, kendimi kurtaramıyorken, kim kahramanımız olacaktı ki?
Gözlerimin önündeki engel kalktığında artık aydınlığa çıkmıştım. Fakat ben yeniden karanlığı istiyordum. Belki de karanlıkta kalırsam hiçbir şey olmayacaktı, bundan sonra olanları görmeyecektim.
"Abi," dedim göz yaşlar içinde boğulurken. Karşımda bitik bir halde bana bakıyordu. Ağzındaki kırmızı bandana onun konuşmasına engel oluyordu ancak ben onu gözlerinden okuyordum. Kurtulacağız diyordu, atlatacağız bunları.
Beynim kafatasının içinde acıyla kıvranıyordu. Acımı önceden tahmin etmiş gibi komodinin üzerine koyduğu ilacı aldı. "Şunu iç bakalım, birazdan başındaki ağrı geçer." dedi ve hapı ağzıma doğru uzattı.
Tedirgin olsam da şu an hiçbir şey düşünemiyordum. Abim birden olduğu yerde hareketlenmeye başladı. Gözleri kocaman açılmıştı, ağzındaki bandana onu engelliyordu fakat o bandanayı yırtmak istercesine bağırıyordu. Yine de söylediği hiçbir şey anlaşılmıyordu.
Yüzümü elleriyle çevirdi ve ona bakmamı sağladı. Gözlerini birkaç defa kırpıştırıp hapı almam için ağzımı açmamı bekledi. Bunu sesli dile getirmese de gözlerinden anlamıştım. Ağzımı açtığımda hapı dilime bıraktı. Kafamın altına bir yastık koyduğunda koltuk altlarımdan tutup biraz yükselmemi sağladı.
Komodinin üzerinde duran su şişesini aldığında kapağını açtı ancak bana vermedi. Dudaklarının arasına götürdü ve kocaman bir yudum aldı, hayır içmedi. Çünkü ağzının içerisinde biriktirdiği suyu elleriyle ensemden destekleyip kafamı sabitledikten sonra dudaklarının arasından benimkilere bıraktı.
Ne yaptığını anlasam da neden yaptığını anlamamıştım. İtiraz etmek istedim, onu itmek istedim, uzak durmasını istedim ama o bunların hiçbirini anlamadı. Suyu dudaklarımın arasına bıraktığı halde geri çekilmedi. Yutmamı mı bekliyordu?
Yuttum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TERS KÖŞE
Teen FictionZamanın acısını taşıyan beden, yılların sularında savaşırken çığlıklarını bastırmış göğsüne. Canı yandıkça kanamış, sular seller kanıt bırakmaksızın yok etmiş kırmızılıkları. Yok olmuş bir bedenden geriye kalan iskelet, örtündükçe örtünmüş. Çıplaklı...