Hızla akan bir yolda kaç defa öldüğünüzü düşündünüz? Hayat, kaç defa daha sizi yanıltmayı başarabildi? Günler geçtiğinde yanıldığınızı anladınız. Hayat böyleydi işte. İnsanları yalana sürükleyen koca bir yalancı. Peki kim fark ediyordu? Bu gerçekleri. Kim peşinden gidiyordu? Kara leke gibi üzerinize yapıştırılanları, yapıştıranların akıllarından çıkarmaya kimler çabalıyordu?
Ben.
"Gerçeklerin canını bu kadar acıttığını söylemişlerdi de inanmamıştım."
Benimle neden uğraşıyordu? İşimize baksaydık, günler sonra yollarımız öylece ayrılsaydı. Neden bunu yapmayı tercih etmiyordu? Umarım sabrımı daha fazla zorlamazdı.
"Üç hakkın var Ulaç. Bu iki oldu, üçüncüsü de affetmem."
"sen beni tehdit mi ediyorsun? Sen kimsin ki beni tehdit edebiliyorsun?"
"Kes artık!" sağa çekip arabayı durdum. Sinir krizi geçirmemek için kendimi zor tutuyordum. Bacaklarım titremeye başlamıştı ama bunu saklamak için kendimi baskılıyordum.
"Ne yaptığını zannediyorsun! Arabayı çalıştır hemen, geç kalacağız. Senin korkuların yüzünden ben işimden olamam."
Dönüp ona baktım. Kahverengi gözlerindeki kızgınlık o kadar yakıcıydı ki kolay kolay etkilenmeyen birisi bile yanabilirdi. "Sizi uyardım. Benimle konuşurken kelimelerinize dikkat edin dedim."
"Burada emirleri sen mi veriyorsun?" dedi ve güldü. On saniye kadar gülmeye devam etti ve sonra bana döndü. Emniyet kemerinin izin verdiği kadar yaklaştı. "Benim sınırlarımı zorlama."
"Size emir vermiyorum veya sizden emir almıyorum. Fakat canımı sıkmaya devam ederseniz, bana emir verenleri bile dinlemem. Haberiniz olsun."
"Allah Allah, bak sen ya. Sana emir veren de dayın zaten. Orada çalışmıyor olsaydı seni kimse o kapıdan içeriye almazdı, biliyorsun değil mi?" konu neden buraya gelmişti? Hayır, kendim kaşınmadım. Böyle bir şeyi öne sürerek ne yapmaya çalışıyordu? Eline ne geçiyordu?
"Senin benimle derdin ne?"
"Sizli bizliydi az önce, ne ara sen oldum?"
"Konudan konuya atlamayın."
"Taçmin," bir erkeğe göre ince olan sesiyle ilk defa adımla seslendi. İnce sesine rağmen sert bir tınıyla dokundu kulaklarıma. Onu bu kadar kızdıran ben miydim gerçekten? "Sür şu arabayı."
Anahtarı çevirip arabayı çalıştırdım. İnatlaşacak halim yoktu. Şu andan itibaren kolay kolay inatlaşmak da istemiyordum. Aklında beni nereye koydu bilmiyordum ama işeme odaklanmalıydım. Henüz ne yapacağımızı bile bilmiyorken bir şeyler bulmalıydım.
Çekim için ünlü bir katalog şirketinin önüne geldik. Arabayı otoparka park ettikten sonra beraber karşıya geçip asansörle yukarı çıktık. Asansör kapısı açıldığında iki genç kız bizi karşıladı. "Hoş geldiniz Ulaç Bey."
Ulaç'ın eline hemen bir şeyler tutuşturmaya başlamışlardı. Duvarlarda Ulaç'ın ve birkaç mankenin daha fotoğrafları vardı. Gerçekten mesleğinde çok iyi olmalıydı. Bu kadar fotojenik birisini ilk defa görüyordum. Sanki model veya manken değil, bir çizgi film karakteri gibiydi. Fakat resimde ki canlılığı onun insan olduğunun kanıtıydı. "Sen bir yerde oturup beni bekle." diyerek adının yazılı olduğu odaya geçti. Tabii ki peşinden gittim.
"Sizi yalnız bırakamam."
Kafasını çevirip kısa bir an bana baktı. Kapıyı açıp bekledi. Bende içeri girdikten sonra odada olan kızın dışarı çıkmasını istedi. Kız tahmini 22 yaşlarındaydı ve gerçekten duru bir güzellikteydi. Onun da manken olmamasına şaşırmıştım doğrusu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TERS KÖŞE
Novela JuvenilZamanın acısını taşıyan beden, yılların sularında savaşırken çığlıklarını bastırmış göğsüne. Canı yandıkça kanamış, sular seller kanıt bırakmaksızın yok etmiş kırmızılıkları. Yok olmuş bir bedenden geriye kalan iskelet, örtündükçe örtünmüş. Çıplaklı...