☆III

90 21 33
                                    

Hayat, tüm renklerini kaybettiğin zaman paletine yeni renkler eklerdi. Yollarını şaşırdığında pusulanın yönü değişirdi. Ardından bir kez kapattığın kapı sonuna kadar aralanır seni tekrar kabul ederdi.

Göğe her baktığımda diğer insanlar gibi tek görebildiğim ayın eteğine dizili parlak yıldızlar olmazdı sadece. Oraya uğurladıklarımız vardı. Bizleri görüp seçimlerimize şahit olurken onlardan bir onay alamamaktı en çok da kıran. Annemi tam tanıyamadan kaybetmek, doğduğun büyüdüğün evin duvarlarında kendine ait bir çerçeveye kendini yerleştirememek bir ilmek atardı göğsümün ortasında o sancılı boşluğa.

Kalbinin parçalanma sesi tüm sesleri bastırırken seni gerçekten anlayıp seven birisini bulamamaktı bazen de asıl kırgınlık.

"Saçlarım nasıl olmuş?"

MinJoo odama pat diye girdiğinde okumakta olduğum kitap suratıma düşmüştü. Yatağımda sırt üstü uzanmış, ellerim yukarıda tuttuğum için uyuşsa da aldırış etmeden okuduğum paragrafın içinde kaybolurken bulunduğum andan gerçekten soyutlanmıştım.

Burnuma giren sızıyla birlikte ağzımın içinden söylenerek elimle ovaladım. Kitabı çekip kenara koyarken de MinJoo'nun kıkırtısı odayı doldurmuştu.

"Bu kadar sakar olmayı nasıl başarıyorsun?"

Kendi kendine söylenerek aynamın önünde kendini süzerken gözlerinde beliren beğeni dolu ışıltılar buradan bile gözlerimi kamaştıracak kadar güçlüydü. MinJoo ve onun bitmek bilmeyen kendine karşı olan aşkı.

Bugün hastanede genç doktor ile gerçekleşen beklenmedik karşılaşmam ile neye uğradığımı şaşırmıştım. Benim yüzümün renkten renge girmesini biricik arkadaşım YaEun, ondan etkilenmiş olmama yorarken o da ben de çok iyi biliyorduk ki bunun mümkünatı yoktu. Ben de ısrarcı, ima dolu bakışlarını itinayla görmezden gelerek röntgen çektirmiş ve sonuçlarla birlikte utana sıkıla tekrar genç doktorun yanına gittiğimde ciddi bir şey olmadığı için birkaç ilaç yazmıştı ve bir süre üzerine çok yüklenmemem gerektiğini tembihlemişti.

İşlerim biter bitmez oradan nasıl ayrıldığımı bile hatırlamıyordum. O saatten beridir de odama kendimi kapatmıştım ve kafamdaki düşünceleri uzaklaştırmak için de kendime oldukça duygusal ve belki de kahredici bir kitap bulmuş, onu okumakla meşguldüm.

Ne yazık ki karakterlerin ıstırap dolu yaşantıları ve tutkulu aşkları umut ettiğim gibi içimde tek bir duygusal kıpırtı bile yaratmamıştı. Bu kitabı da YaEun'dan ödünç almıştım. Hatta onun kitabın birkaç sayfasında ağladığını bile görmüştüm ama ben de hala bir şeyler yoktu. Göz pınarlarım hiç olmaması gerektiği kadar kuruydu.

İç çekerek doğruldum yerimden. Duygusuzun teki olarak anılabilirdim, sorun değildi. Kitap güzel olsa dahi aşk romanları okumaktan ziyade makale ve gazete okumak daha çok ilgimi çekiyordu.

Esnerken elimle ağzımı kapattım. "Güzel olmuşsun." Diye mırıldandım MinJoo'nun beklenti dolu bakışlarını karşılık.

Hayal kırıklığı belirdi yüzünde. "Sadece bu kadar mı?" diye üsteledi pötikareli elbisesinin eteklerini tutup etrafında bir tur döndüğünde saçları dalgalandı. Onun saçları benim saçlarımdan daha uzun ve gürdü. Dudakları daha dolgun ve kiraz rengindeydi. Gözleri uykusunu iyi aldığı için daha parlak ve canlı bakar, teni porselen beyazlığındaydı. Hayatımdaki gördüğüm en güzel kızlardan biriydi ve benim kardeşimdi.

Gerçekten gözlerimizin şekli dışında hiçbir benzer noktamız yoktu.

"Her zamanki gibi güzelsin işte MinJoo." Dedim bu konuşma defalarca kez aramızda geçtiği için sıkılgan bir tavırla. "Nedir bu kadar süslenmenin sebebi?"

The Light Upon UsHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin