☆VIII

70 22 28
                                    

Sorunlarını birilerine anlatarak bir çözüme kavuşturmak yerine en basit yöntemle bir gülümseme takınırdım suratıma herkesin inanabileceği ölçüde. Etrafında kalabalık yapan insanlar omzuna bir el atıp en kötü anında yanında olacağı tiratlarını atmakla uğraşırken en dipte olduğunda seni dinlemezler bile, kulaklarını tıkarlar sözlerine. Bu sayede öğrenmiştim acını anlatmak yerine, gülümsenin daha kolay bir çözüm olduğunu.

En az sipariş ettiği kahve kadar acı bir kahve rengine sahip bu gözlere her baktığımda, çok daha derinlerde adını koyamadığım ama yabancı olduğumu bildiğim bir duygu soluk boruma doğru baskı yapıyordu. O anlarda, her gözlerime baktığında, derin bir nefes alma ihtiyacı duyuyordum sanki tüm sorun bundan ibaretmiş gibi ama hiç işe yaramadığını da geç olmadan anlamıştım.

"Seul'den geldiğini konuştuğun ilk an fark ettim." Dedim ellerimi kahve kupasının etrafına sararak. Sıcaklığa gitgide alışınca yakmaktan ziyade hafif bir karıncalanma hissi bırakmıştı geriye. "Seul'de yaşayanların yolu kolay kolay Gwangju'ya düşmez."

Kahvesinden bir yudum alıp yutkunduğunda adem elması boynunda hareket etmişti. Dudaklarında bir kıvrım meydana geldiğini gördüm. Gözleri kahvenin yüzeyinde dolaştığında uzun kirpikleri göz altlarını gölgelemişti. Bunda daha çok oturduğumuz pencere kenarı masadan kaynaklandığı da barizdi. Güneş hemen yüzünün sol tarafına vuruyor ve parlak ışıklar onun esmer teninde kusursuz dansçılar gibi kıvrılırken gözlerimi ondan ayırmak çok daha zor hale geliyordu.

"Annem ve babam buralıydı." Diye söze başladığında kafasını kaldırıp bana bakmıştı. "Ben Seul'de doğup büyüdüğüm için daha önce buraya uzun süreli gelmemiştim."

Anne ve babasının geçen aylarda bir tren kazasında hayatlarını kaybettiklerini biliyordum. Dedesinin burada olduğunu ve daha okulunu bitirmemişken burada doktorluk yapmak için ufak işlerde çalıştığı ayrıntılarına da hakimdim ama aramızda tam anlamıyla bir samimiyet gerçekleşmediği için o bana söylemeden ona bir şeyler sormak gibi bir düşüncem yoktu. Hassas olduğu her halinden aşikardı.

Dirseklerini masanın ahşap yüzeyine yaslayınca öne doğru eğilmişti ve boynundaki kolyeyi gömleğinin açık yakalarından yine görmüştüm. Nasıl bir motifi olduğunu bilmiyordum ama gözlerimi rahatsız edici düzeyde orada tutmamaya özen gösterdim.

"Daha önce GwangJu dışına çıkmadım ben de." Diye mırıldandım. "Seul bahsedildiği kadar güzel bir yer mi?"

Sorum onu gülümsettiğinde ben de gülümsedim. "Güzelden kastın kişiden kişiye göre değişir." Diye konuştu hep duyduğum kısık koyu bir sesle. Sakin bir yapısı vardı. Dünyanın en huzursuz insanıyla biraz vakit geçirse onu da sakinleştirip bir dinginlik verecek gibi tuhaf bir etkisi vardı insanın üstünde.

Henüz onu çok yeni tanıyor olsam bile bazen insanlar hakkında çok derin düşüncelere dalmaya gerek kalmıyordu. Bazı insanlar hemen kendilerini yansıtabiliyorlardı. Jaemin de sakinliği ile hemen kendini belli etmişti ama derinlerde yatan karakterinin tam olarak nasıl olduğunu söylemek zordu şu an için.

"Bana çok kalabalık ve gürültülü gelir. Büyük şehrin yoğunluğundan sonra burası çok daha rahat hissettirdi."

"Haklısın aslında." Dedim kafamı hafifçe sallayarak onu onaylarken. "Seul'e gittiğim ilk an evime dönmek istiyorum diye ağlardım kesin."

Gözlerini kısılırken dudaklarını birbirine bastırdı gülüşünü saklamaya çalışarak. "O kadar da kötü değil." Diye konuştu. "İyi bir rehberin olduğunda seveceğini düşünüyorum."

"İyi bir rehber mi?" diye sordum düşünür bir sesle. "Çok aramaya gerek yok o zaman. Hemen karşımda duruyor."

Kaşları şaşkınlıkla kalkarken eliyle kendini işaret etmişti. "Ben mi oluyorum burada rehber?" Dedi ifadesini sesine de yansıtarak.

The Light Upon UsHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin