12 Ağustos cumartesi sabahı Ayaz, hayatı için oldukça gözü kara bir adım atmıştı. Çınar ve Turkuaz'ın geleceğini çok düşünse bile, Aslanoğlu Villa Sitesi'nde yaşadıkları onu çok ezilmiş hissettirmiş ve canı bir hayli sıkılmıştı. Zaten hayata çatık gözlerle bakan Ayaz'ın böyle bir olay karşısında sakin kalabileceği pek olası bir durum olamazdı. Çaça, silahın namlusuna yapıştırılan notta ki ailelerin isimlerini okuyunca yüzünde tanıdık bir ifade oluştu. Ardından :"Birisi İstanbul Borsası'nın en çıkışta şirketi Gençeker,diğeri son yılın hisse şampiyonu Aslanoğlu..Onlarda para,bizde mermi anlayacağın Ayaz. Neden bu aileler?" diye sordu. Ayaz'da aslında tam nedenini bilmese bile, dün gece yaşananlar ve Burhan Gençeker'in Turkuaz'ın önünde Çınar'a piç demesi onun için yeterli bir sebepti. Bu mevzuyu şöyle açıkladı :"Yetimhaneden çıkalı 1.5 yıl oldu,ama ben bu sakin hayata alışamıyorum, nereye gitsem bana birileri silahınla oyna der gibi hareketler yapıyorlar. Kiminle uğraşıyorlar bilsinler istiyorum,yıllar sonra senin koltuğunda ben oturmak istiyorum Çaça Abi! Bir yerden de başlamak lazım değil mi?"
Bu açıklamalar sonrasın Çaça'nın gözlerinde bir ışık belirdi,Ayaz'a bakıp bu koltuğu devredebilecek bir adam görüyordu. Çünkü Ayaz zeki,çok hırslı ve yeri geldiği zaman çok acımasızdı. Ayaz'ın bu yola çıkarken geride bırakması gereken tek bir özelliği kaldı. Merhameti!
Merhamet,bu işte herşeye engeldir,bu yüzden kalbinde kalan en temiz yanları bile çıkarıp atması gerekliydi. Ayaz ve Çaça bir süre daha konuştuktan sonra, Çaça Ayaz'a bir miktar para verip şöyle dedi :"Bu işin dönüşü yok Ayaz,sakın unutma."
Belkide bu cümlesi herşeyi açıklıyordu çünkü bu işin geri dönüşü yoktu. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed şöyle buyurmuştu :"Bir insanın kalbinde her kötülük yaptığında siyah bir nokta belirir. Her kim o siyahlığa karşı çıkar, tövbe ederse ondan kurtulur. Ama o siyahlığa teslim olursa,gün geçtikçe kalbide vicdanıda kapkara olur."
Ayaz tam bu noktadaydı, o kalbinde ki ufak siyah noktaya teslim olmuş, zifiri karanlığa doğru koşarak gitmekteydi.
Çınar ise bir kaç dal sigara içip, iki fincan kahveyle saati öğlenin 2'sine getirtmişti. Aklında hem Ayaz için endişeli düşünceler olsada geçen gece ki mahçubiyetini üstünden atamıyordu. En sonunda dayanamayıp Turkuaz'ı aramaya karar verdi,onun sesini duymazsa tüm dünyaya sağır kalıyordu. Telefonu alıp Turkuaz'ı aradı,telefon hala çalarken kendi kendine diyeceklerinin provasını yapıyordu :"Beni affet,özür dilerim,beni affet,özür dilerim,istersen görüşmeyiz ama görüşedebiliriz çünkü öyle olsun istemedim ama amına koyayım ya!" sözünü karşı taraf kesti :"Son söylediğin olmasaydı gayet güzel gidiyordun yeşil göz." Çınar bir anda Turkuaz'ın sesini duyunca yüzünde ki kanın yavaş yavaş çekildiğini hissetti,zira üst üste mahçubiyetleri kaldırabilmek pek kolay değildi. Turkuaz hemen lafa girdi :"Babamın söyledikleri inan gram umrumda değil,sabah kalktığından beri o serserilerle görüşmeyeceksin diyip duruyor,bende dinliyormuş gibi yapıyorum." Çınar ufak çaplı bir kahkahadan sonra :"Hala seni nasıl arayabildim anlamıyorum,beynimin düşünme fonksiyonlarını engelliyorsun. Düşünemiyorum, konuşamıyorum,doğru dürüst muhabbet edemiyorum insanlarla. Bir tek senin sesini kabul edip ağırlıyor bedenim. Hatta bu cümleleri neden kuruyorum onuda bilmiyorum. Öldürsek mi beni?" Bu sefer Turkuaz kelimenin tam anlamıyla kahkaha atınca Çınar'ın yüzünde ki tebessüm de büyüdü. Yarım saate yakın bir muhabbetten sonra her ne kadar görüşmek isteselerde, engel olan birşeyler vardı. Ailesi Turkuaz'ı daha yakın takip edecekti, hem zaten bir sevgilisi vardı. Beyazıt ve Gençeker'ler Çınar ve Ayaz'a kitlenmişti. Burhan Gençeker kızını takip ettirmeyi bile düşünüyordu, siyah takım elbiseli iri kıyım adamların Turkuaz'ın peşinde dolanması hem Turkuaz'ın canını hemde Çınar'ın canını bir hayli sıkardı. Bu yüzden bir süre ayrı kalmaları ve etrafın sakinleşmesi gerekliydi. Beyazıt ve babası Hasan Aslanoğlu'nun planları çok belirsizdi, Gençeker ailesi bir boka bulaştıkça keyifleri artıyordu. Bayan Aslanoğlu, Handan Hanım ise Gençeker'lere misafirdi. Bayan Gençeker, Fulya Hanım hizmetçilere iki Türk Kahvesi hazırlatmış, dün gece ki olayı anlatıyordu :"Burhan çok sinirlendi, Ali'nin kafesinde çalışan bir eleman Turkuaz'la dışarı çıkmıştı, iyi bir çocuğa benziyordu ama Taksim'de uyuyakalmışlar, sabaha anca geldiler. Burhan da iyice çığrından çıktı, bir de çocuk yetimhaneliymiymiş neymiş bu yüzden de piç diye bağırdı ayıptır söylemesi, sonra beraber büyüdükleri bir arkadaşı varmış Ayaz diye o pat diye kapıyı çarptı girdi, ihtiyar falan diye bağırdı. Sonra güvenlik falan, öyle geçti. Turkuaz'da yukarıda dersini almış heralde hiç dışarı da çıkmadı." Handan Aslanoğlu bir iki saat Gençeker'lerde durduktan sonra kapının önünde bekleyen Mercedes model minibüs ile Aslanoğlu Şirketi'nin yolunu tuttu. Şirketin önüne geldikten sonra şöför hızlı adımlarla Handan Hanım'ın kapısını açtı, şirkettekilerin hoşgeldin buyruklarını kabul eden Handan Hanım, kocası Hasan Bey'in en üst katta ki odasına çıktı. Girer girmez içeride bulunan sekretere :"Bize biraz müsaade et Ceren'cim." dedi. Sekreter odadan çıktıktan sonra, topuklu ayakkabıların odada ki yankılarıyla Hasan Bey'in karşısında ki koltuğa oturan Handan, direk konuya dahil oldu :"Birşeyi merak ediyorum, Ayaz denilen çocuğa nasıl daha erken ulaştık?"
Hasan Bey :"Handan, Burhan benim çocukluk arkadaşım. Onun her sırrını bilirim. O unutur ben unutmam. Bu da en büyük farkımız. Kadıköy'de çalıştığı bir kitapevi var, en başında orayla temasa geçip Ayaz'ı işe aldırdım. Sonrasını da bildiğin gibi Beyazıt halletti. Ayaz tek başına bütün Gençeker'leri darmadağın edebilir ama şu Çınar denen çocuk planlarını bozabilir. Onuda düşüneceğiz artık." Handan Hanım :"Bize zarar vermeyeceğini nereden biliyorsun Ayaz'ın? Hem bu çocuk nasıl koskoca Gençeker'leri dağıtsın? Yalnız başına fakir bir oğlan!"
Hasan Bey :"Ayaz onların hassas noktası olacak. Ama yanıldığın bir nokta var. Ayaz Çaça'yı tanıyor. Sağ bileğinde ki Ying-Yang dövmesini farkedebilseydin anlardın." Handan Hanım Çaça'nın ismini duyunca büyük bir şoka uğradı. Çaça'nın onların geçmişinde de parmağı vardı. Ama Çaça bu konuyla ilgili Ayaz'a birşey söylememişti. Çaça Aslanoğlu'ları zaten tanıyordu!
Ayaz, birkaç saat sonra tekrar eve döndü. Çınar'ın meraklı bakışlarına istinaden o çok sakindi. Koltuğa oturup :"Birşey yok,kapıya gelen o gizemli siyah arabada eski bir tanıdığın." dedi. Çınar :"Bak kardeşim, bu zamana kadar yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmedi! Bana yalan söylemek yapacağın en büyük ihanet olur." Ayaz :" Sana yalan söylemiyorum amına koyayım! Sadece şuan doğruyu söyleyemiyorum." Çınar :"Ne farkeder ulan?"
Ayaz :" Çünkü doğruyu söylemek kadar kalbi kırabilecek başka birşey yok." Çınar :"Bu böyle yürümez Ayaz,sikerim kalbimi. Kırılacak kalp mi kaldı lan? 10 yıldır anasını siktiler kalp mi kaldı kırılacak? Parçalanan şeyi kıramazsın zaten. Kimse düşünmedi zaten ben bir şey söylersem bu adamın kalbi kırılırmı diye! Sende düşünme Ayaz, sadece doğruyu söyle bana. Kırılacakmış,incinecekmiş,oymuş,buymuş. Aşığım ulan napayım be? Seviyorum diye kalbim mi değerli oldu? Bugüne kadar hiç kırılmadık mı? Ulan o yetimhanede ranzamızın kenarlarına aile resimleri kazırdık 9 yaşındayken. Sence bu kalp daha nasıl kırılabilir Ayaz? Amına koyduğumun hayatında senden başka bana kim değer verdi be? Sen kır amına koyayım. İnan paramparça et şu siktiğimin kalbini gram umrumda değil. Eğer gocunursam sana, haberim olmadığını sandığın belinde ki silahla çek vur ulan beni! Vur amına koyayım! Sende kurtul bende be!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Yılım
Teen Fiction"Ayaz ve Çınar..Biri cennet gibi severken,diğeri soğuk bir cehennem." Yetimhanede büyüyüp hayalleri ve umutlarıyla yaşayan iki genç. Turkuaz'a sevdasını feda eden Çınar.. Hırsı,gücü ve azmiyle büyük bir oyunun içinde olan Ayaz. Sırlar,gerçek...