Ayaz'ın mavi gözleri, dolu dolu olmuştu. Adeta Çınar'ın kelimeleri karşısında nutku tutulmuş, ne diyeceğini bilemez hale gelmişti. Kara bir dünyanın kapısını aralamış, hatta ilk maddi karşılığını bile almıştı. Çınar'ın önünde duran masaya para dolu zarfı fırlattı. Çınar zarfı açıp içinde ki bir tomar parayı görünce ; "Yine Çaça! Değil mi?" diye sordu. Onların hatrında kalıcı olmuştu, geçmişlerinde Çaça'nın büyük bir payı vardı. Sözlerine devam etti Çınar :"Napıcaksın peki? Villayı mı tarayacaksın? Hepsini öldürecek misin Ayaz?"
Ayaz ise kendini şöyle anlatmayı başardı :"Hayır,kardeşim. Unutma ben salak değilim. Sadece ikimizide güvene alıyorum, güvende yaşamamız için çabalıyorum. Kimseyi vurma gibi bir niyetim yok." Yalan mı söylüyordu? İçinde ki intikam hırsına karşı sabredebilecek ve uzun vadeli bir plan mı yapacaktı, yoksa adeta bir katliamın mı peşindeydi?
Gece sakince geçmişti, Çınar ve Ayaz. Karmakarışık bir alemin kapısından girselerde, her gece yattıkları odada, birbirlerine seslenerek sürekli dertleşirler, yalnız olmadıklarını hissettirmeye çalışırlardı. "Gerçek bir dosta sahipsen, dünyanın geri kalanına ihtiyacın yoktur." diye bir söz geçmişti çok sevdiğim bir dizide, Çınar'a bu dostluk yetmemiş miydi? Elbette yetmişti. Lakin, sevgi sınırsızdır. Sonsuzdur. Bir ömrü yoktur. Sevginin bir ömrü olmamasına karşın, insanlara duyduğun sevgilerde azalma veya çoğalma hissedebilirsin. Ama bu, gerçek sevginin sonsuzluğundan herhangi bir şey eksiltmez. Çınar'da kocaman bir kalp vardı, ve karışık bir kafa. Turkuaz onun için ne tür şeyler düşünüyor bilmek istiyordu. Ama bir karar vermişti! Onu elde edebilirdi, Ayaz'ın söyledikleri onun geleceği için bir umut vadeder olmuştu. Bir insanın umudu yoksa, zaten ölmüştür. Kalp fonksiyonlarının çalışması birşey değiştirmez. Onun "Umut Ölümü" daha gerçekleşmemişti.
Aslanoğlu Villa Sitesi'nin yolunu tutmaya karar verdi, Ayaz meraklanmasın diye de eve ufaktan bir not bırakmıştı. Evden hızlı adımlarla çıktı, apartmanın önüne indiğinde çok hevesliydi, Turkuaz'ı görmek istemişti. Özlemişti. Hayatı boyunca hep birşeyleri özlemişti. Annesini, babasını, ailesini, görmese bile. Turkuaz'ı da özlüyordu. Çok özlüyordu.
Ağustosun 13'ünde, çok sıcak ve terlemeye müsait bir havada sakin bir yolculuk geçirdi. Sitenin önüne geldiğinde, Whatsapp'tan Turkuaz'a bir mesaj bıraktı :"Sitenin önündeyim!"
Turkuaz 3 dakika 14 saniye sonra cevap yazdı :"Beyazıt'la Adalar'dayız."
O an, dünyanın 360.000 km ötesinde ki uydunun çalışması veya 180.000 km hızla dönmesi, Ay'ın Dünya'ya hep aynı yüzünün görünmesi, Ağustos ayı, mevsim döngüsü, hayat ilerleyişi, kan akışı, Nazım Hikmet'in ölüm yıldönümü veya Nihal Atsız varolsun sloganları gibi hayatın olağan nimetlerinin Çınar'ın beyninde veya kalbinde ki acının yükselişinde hiçbir önemi yoktu. Sadece acıyordu, yükselerek.. Artarak.. Çoğalarak.. Ve kaç tane daha eş anlamlı kelime varsa.
Beyazıt sabah saatlerinde aniden Burhan Bey'i arayarak Turkuaz ile buluşmak için izin almştı, sabah 8 civarı erkenden alıp Büyükada'ya götürmüştü. Adeta o gün Çınar'ın geleceğini hissetmişti. Veya biliyordu.
Ayaz uyanıp notu gördü, Çınar'ı aradı :"Napıyorsunuz?" Çınar soğuk bir sesle :"Sitenin oradayım alsana beni burdan."
Hiçbirşey sormadı, hissetmiş gibiydi, Beykoz'a Çaça'nın yanına gidip bir arabayı ödünç aldı, siteye doğru hızla süremeye başladı. Direksiyon yokmuş sadece gaz varmış gibi arabaya hükmediyordu. Sitenin önüne vardığında 20 dakika anca olmuştu. Çınar keyifsiz şekilde ön koltuğa bindi. Ayaz birşey sormadı. 10 dakika kadar sabrettikten sonra artık sorma gereği duymuştu. :"Ne oldu olum?"
Çınar :"Gitmiş abi. Beyazıt ibnesiyle Ada'ya mı ne gitmiş bir şey yapmış işte. Bende hakkım olmayarak üzülüyorum. Bazen söküp kalbimi neden ota boka kırılıyorsun amına koyayım diye bağırmak istiyorum abi be!" Ayaz derin bir hassiktir çekti. Her olay gibi, Çınar üzülüyor, Ayaz sinirleniyordu. Her olayda olduğu gibi...
Mecidiyeköy sapağından yukarı doğru çıkarken, sağ köşede camları çift filmli siyah bir araç dikkatlerini bir anlığına çekmeyi başarmıştı. Birden o arabanın arka camı açıldı ve bir silah doğruldu. Ucunda da susturucu olan bu silah, cesurca saat 14.00 civarı Ayaz ve Çınar'a doğru mermiler yağdırmaya başladı. Çınar endişeli bir şekilde "ne oluyor amına koyayım lan"derken, Ayaz çok ani bir hamleyle arabanın arka tarafını mermiler yağan tarafa doğru verdi. Kapıyı açıp yere yattı, belinden tabancasını çıkarıp iki el ateş açtı, silah sesleri bi' anda dinmişti. Şans eseri olayın yaşandığı mevkiide hiçbir tanık yoktu. Ayaz hızlıca arabaya doğru koştu. İki mermiyle, hem şöförü hem kendisine kurşun sıkan elemanı indirmişti. Ölüp ölmediklerini kontrol etmeden önce birşey biliyormuş gibi birisinin telefonuna baktı. Bu Ayaz'a yapılan ikinci saldırıydı. Ama Ayaz'ın bindiği aracın camları da çift filmli ve içindekilerin seçilmesi imkansız bir araçtı. Bu Çaça'ya yapılan bir saldırıydı. Yere yığılan adamın cebinden bulduğu telefonun mesajlar kısmına ve son aramalar kısmına girdi. Tanıdık tek isim vardı o da "Hasan Aslanoğlu"
Hasan Bey, Funda Hanım'la konuşurken de Çaça'dan bahsetmişti. Tanışıyorlardı. Ona karşı yapılmış bir saldırı olabilir miydi?
Ayaz "Biz neyin içindeyiz amına koyayım lan!" derken, Çınar hala olayın şokundaydı. Yeşil gözleri kan çanağı gibi kızarmıştı. Aniden arabaya koşmaya başladılar. Ayaz hemen gaza basıp arabayı Beykoz'a sürmeye başladı.
Çaça'nın mekanına geldiğinde Çınar'ıda tutup herkesi es geçerek yukarı doğru çıkmaya başladı. Odaya hızlıca girdi ve :"Bu ne demek abi? Demin iki adamı vurdum. Plakanı tanıdılar. Bana sıkan adam en son Aslanoğlu'yla görüşmüş. O arabanın içinden beni tanıması imkansızdı. Bu ne demek abi?"
Çaça Çınar'a aldırış etmeyip hemen konuya girdi :" Bileğinde ki dövmeden tanımış seni. Adam seni tanımış Ayaz. Bana geleceğini biliyordu aslanım. Sende bende hasımız bu itoğlu itlerle. Aklında bulunsun. Her adımına dikkat et."
Çınar yarım saattir anlayamadığı döngünün şaşkınlığı ve öfkesiyle bağırmaya başladı :"Nerdeyiz lan biz? Kim olum bunlar ? Ne Aslanoğlu'su? Demin iki adamı öldürdün olum lan. Napacağız lan biz? Polis düşücek olum peşimize. Ya kamera varsa? Olum hayatımız sikildi lan hayatımız!" Ayaz, yaşadıkları şeylerin farkına anca varıyordu. Kendini karanlık dünyaya sürüklemekle birlikte Çınar'ı da sürüklemişti. Şimdi hem polisle, hem Aslanoğlu'yla, hem Beyazıt'la hem Turkuaz'la hem Gençeker'lerle uğraşacaklardı.
En kötüsü, Mecidiyeköy'ün bir sokağında, şuan Ayaz'ın vurduğu iki adam ölmek üzereydi. Veya ölmüştü. Bu olay bile Çınar'ın nefesinin kesilmesine yetiyordu.
Ayaz ve Çınar hemen arabaya bindi. Katil cinayet mahaline mutlaka döner temalı bir olay yaşıyorlardı. Trafik çekilmez olsa bile sabrettiler. Çınar tırnaklarını yiyordu. O kadar endişeliydi ki, elini yese farketmeyecekti. Ayaz buz gibi suratından ödün vermesede içinde ki fırtınalar çok barizdi. Daha 19 yaşında, Üsküdar'da kafe açma hayalleri olan iki çocuk, şimdi suç ortağı olmuşlardı. Olayın yaşandığı sokağın virajını döndüklerinde çarpıcı bir manzara vardı.
Araba yoktu, vurulan iki adamda yoktu. Yere dökülen kan temizlenmişti. Bu nasıl bir oyundu?
O an Ayaz'ın telefonu çaldı. Arayan Çaça'ydı. Telefonu açtı, fakat biraz sonra duyacağı cümlelerin hayatını alt üst edeceğini bilmiyordu ;" Ayaz. Oğlum, bilerek yapmışlar aslanım. Herşeyi kameraya almışlar. İki adamıda vurduğun her saniyeyi kameraya almışlar."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Yılım
Teen Fiction"Ayaz ve Çınar..Biri cennet gibi severken,diğeri soğuk bir cehennem." Yetimhanede büyüyüp hayalleri ve umutlarıyla yaşayan iki genç. Turkuaz'a sevdasını feda eden Çınar.. Hırsı,gücü ve azmiyle büyük bir oyunun içinde olan Ayaz. Sırlar,gerçek...