Bu bölüm tema şarkısı olarak;
The Smiths - Unloveable*
Dersi bittikten sonra fakültenin ortasındaki armut koltuklara oturan Hyunjin, 103'e gidecekleri için Jeongin'i bekliyordu. Pembe renk bir şortun üzerine beyaz gömlek ve ince, beyaz bir hırka giymişti. Yine geçen gün taktığı beyaz çantasıyla ise kombinini tamamlamıştı. Saçlarını salıp gözünün önüne gelmemesi için kenardan bir toka takmıştı sadece.
Jeongin'i beklerken çantasından ayna ve parlatıcısını çıkarıp dudaklarına sürmeye başladı. O esnada göz ucuyla birkaç kişinin kendisine baktığını fark etmişti fakat bunun üstünde durmayacaktı. İnsanlar bakabilirdi, buna engel olamazdı ve önemli olan umursamadığını göstermekti.
"Glossun markasını merak ediyor herhalde." diye söylendi kendi kendine, ona tuhafça bakan siyah saçlı bir kızdan bahsederken.
"Kendi kendine ne söyleniyorsun yine süslü?" diyerek yanına gelmişti Jeongin. Hyunjin'in dibine oturup bilgisayar çantasını kucağına çekti.
"Jeongin şöyle pat diye girip durma artık hayatıma ya!" Hyunjin, parlatıcı ve aynayı çantasına attı ve fermuarını kapattı.
Jeongin cebinden naneli sakız çıkarıp paketi açarken konuştu. "Lipglossunun markası ne ki?" diye sordu Hyunjin'e, bir yandan da sakız uzatırken.
Hyunjin teşekkür bile etmeye yeltenmeden sakızı alıp ağzına attı. "Sen ne anlarsın ya."
"Aroması ne bunun?"
"Çok merak ediyorsan bakarsın!" dedi Hyunjin, hafif alaycı ve sinirli bir tonla. "Sana ne benim lipglossumdan ya. Sapık mıdır nedir."
"Benim güzel kokulara ve şekerli şeylere zaafım var süslü." dedi, Hyunjin'in kulağına doğru eğilirken. "Senlik bir şey yok derdim de," derken ise biraz geriye çekilmiş, Hyunjin'in şokla irileşen gözlerine bakmıştı. "Yalan yok, baya tatlısın."
Hemen ardından yüzündeki şaşkınlık ifadesi yerini tiksinir bir ifadeye bırakmıştı sarışın olanın. "Hadi canım hadi, başka yerde yavşaklık yap." Sonrasında istemsizce gözleri etrafını taramış, birkaç kişinin onlara olan bakışlarını yakalamıştı.
"Sevdin sen de beni, kabul et." derken ayağa kalktı Jeongin.
Sinirle elini uzattı ve ayağa kaldırmasını bekledi Hyunjin. Jeongin elini nazikçe tutup ayağa kaldırdığındaysa Hyunjin ondan birkaç santim uzun olmasını fırsat bilerek, "Kısalar tipim değil şekerim." demişti.
Gülerek dilini yanağına yasladı Jeongin ve Hyunjin'e alttan bir bakış attı. "Seo Changbin benden de kısa."
Yüzünü buruşturarak yarım ağızla Jeongin'i taklit etmişti, Güzel Sanatlar fakültesinden çıkarlarken. "Seo Changbin'in kaslarından sende de var mı?"
"Yani..." derken biraz düşünme ihtiyacı hissetmişti Jeongin de.
"O zaman konuşma canım." diyerek biraz önden yürümeye başladı süslü olan. Birkaç adımda Jeongin kendisine yetişti ve bu içten içe hoşuna gidiyordu. Yine de, insanlar her zaman ona adım attığından o adım atma ihtiyacı duymazdı hiç. Hatta Hyunjin hep kendini geri çeken taraf olurdu, buna alışmıştı.
Fakat Jeongin'in iki saniye sonra söylediği şey tüm sistemini gözden geçirtecek cinstendi. "Ama Changbin gerçekten iyi çocuk." dedi Jeongin, her bir kelimesinin üstüne bastıra bastıra. "Yakışıyorsunuz da yani. O kaslı, sert çocuk; sen de onun biricik güzel bebeği."
Jeongin'in kendisinden güzel bebek olarak bahsetmesi Hyunjin'in içinde kısa bir coşkuya neden olsa da kendisini Changbin'le yakıştırdığını görmezden gelemezdi. "Nasıl ya?" dedi yürürlerken. Jeongin'in kendisinden etkilenmemiş olabileceğini düşündü sonuç olarak.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Castle Of Glass | Stray Kids
Roman pour Adolescents"Az önce o gitar akorlarını doğru bastığına yemin edebilirim Chan." "Bu mümkün değil çünkü ben müzikten nefret ederim Seungmin." * Chanmin, hyunin, minsung, changlix