Bölüm geldiii iyi okumalar <3
Hızla sürdüğüm araba sert bir viraj alarak diğer şerite geçtiğinde arkamdaki arabadan gelen iki kurşun arka camı delip yolcu koltuğuna saplanmıştı. Boş yolda zikzak çizerek ilerliyordum. Sakince telefonumu elime aldım bir yandan yolu kontrol ederken diğer yandan da Serter Albay'ı arıyordum. Saat sabahın beşiydi. İkinci çalışta açılan telefonla Serter Albay'ın adıyla uyumlu sesi doldurdu kulağımı.
"Söyle üsteğmenim." Bu adamla hiç normal repliğimiz yoktu. Ben ne dersem diyim belirli kalıp cümlelerin dışına çıkamıyorduk. E Komutanın çünkü?
"Komutanım, Hakkari'ye girişte saldırıya uğradım. Şu anda arabadayım lakin arkamda silahlı en az on kişi var. Acil destek istiyorum." dedim, tam o esnada bir kurşun daha patladı.
"Hemen gönderiyorum üsteğmenim." dediğinde telefon kapanmıştı. Biraz daha tahammül etmek zorundaydım. Hakkari'ye girerken iki dağın arasında pusu atmışlardı, itten çoktular. Halledebildiğim kadarını halledip arabaya binip gaza basmıştım.
Askerlerle en fazla yarım saate ortada buluşurduk.
Tahmin ettiğim de oldu, yarım saat içinde gelen destek hiç zorlanmadan arkamda olanları halletmiştiler. Perte çıkan arabayı orada bırakıp zırhlı araca bindim. Askeriyeye geldiğimizde saat sabahın altısıydı. Dışarıda ellerini arkasında birleştirip sert bir şekilde dimdik karşıya bakan Serter Albay'ın yanına ilerledim. Bir elim alnıma giderken sol ayağımı sağ ayağıma çarparak selam durdum.
"Üsteğmen Gökşin Aslan, görev başarıyla tamamlanmıştır komutanım!" dedim sert bir sesle.
"Rahat asker, tebrik ederim. Odamda konuşalım." dedi ve arkasını dönüp ilerlemeye başladı. Peşine takılıp ben de ilerledim. Birden durup kafasını yarım bir şekilde bana çevirdi "O kıyafetle karşımda durmayı düşünmüyorsun heralde asker, yarım saate üniformanla odamda ol!" dedi.
"Emredersiniz komutanım!" diye karşılık verip sırıtarak odama girdim ve dolabımı açtım. Buradaydı, isimliklerimin yıldızlarımın olduğu üniformam. En son ne zaman görmüştüm hatırlamıyorum. Sanki bir bebeğe gösterilen özen gibi yavaşça dolaptan aldım ellerim üzerinde gezerken suratımda bir sırıtış vardı. Üniformam artık bendeydi. Bu duyguyu tarif et deseniz edemezdim, tarif edilebilir bir şey değildi. Üniformam benim için ailemdi, eşimdi, dostumdu... Kısacası o benim herşeyimdi. Bir anne çocuğuna kavuşunca ne hissediyorsa aynı duygular damarlarımda dolanıyordu.
Hızlıca hazırlanıp albayın karşısına çıktım.
"Otur üsteğmenim." dediğinde karşısındaki deri koltuğa her an tetikte gibi dik bir şekilde oturdum.
"Fazla uzatmayacağım Gökşin, aldığın ceza belli. Tek görevlerden çekiliyorsun, buraya yeni bir tim gelecek ve sen de onlara katılacaksın. Bir haftaya gelmiş olurlar o zamana kadar tek görevi sürdürüyorsun."
Mike, artık benim sorunum değildi. Onunla yeni kurulan özel birlik ilglenecekti.
"Emredersiniz komutanım." dedim. Bahçeye çıktım ağır adımlarla. Buna hazır mıydım bilmiyorum, kendimi eski timime karşı sorumlu hissediyordum. Görevde başı dik şehit düşen Deliler timi ve Deliler timinin göreve gitmeyen komutanı... Ağır bir yaram vardı, o yüzden göreve katılmama müsade edilmemişti. O görevde ise timim şehit düşmüştü. Canımın ne kadar yandığını hatırlıyordum, o his hâlâ geçmemişti. Hele ailelerine verdiğim şehit haberi; annelerinin çığlıkları, babalarının sessizce ağlayışları ve 'Vatan sağ olsun!' demeleri zihnime mıh gibi çakılmıştı.
Bahçedeki banklardan birine oturdum, karşımda dizilen sıra sıra dağlar ne çok acıya şahit olmuştu. Bebekliğimden aldım bütün anılarımı, düşündüm annem ve babamla hatırladığım anların sayısı bir elin parmaklarını geçmiyordu. En belirgin anım ise onlara sıkılan beş kurşun, babamın sırtından vuruluşu ve annemin donuk bakan gözleri... Kardeşim Ali ile ben kurtulmayı başarmıştık, bir masa bizi kurtarmıştı. Ona sığınmamıza izin veren masa sayesinde kurtulmuştuk. Her şeye rağmen hayata kardeşim için tutunmak istemiştim ta ki Ali gidene kadar. Ali, benim umudum. Kim bilir neredeydi şimdi?
Çok zıttık onunla. Ali umutsa ben gerçektim, Ali aydınlıksa ben Karanlıktım, beyazsa siyahtım, yaşamsa ölümdüm... Ama o hep benim umudum, aydınlığım, yaşamım olmuştu. Kaçırılana kadar...
"Komutanım?" diyen sesi duyduğumda irkilerek sağıma doğru baktım.
"Söyle Suat." dedim.
"Size çay getirmiştim." dedi elindeki çayı bana uzatırken. Sağol diyerek elinden çayı aldım. Ağzımın tadı kaçmıştı, çayı kenara bırakıp ayağa kalktım ve odama gittim. Zor bir gün olmuştu, iki gün iznim vardı. Kıyafetlerimi çıkarıp eve gittim. Bu bir günü uyuyarak değerlendirecektim diğer günde ne yapardım bilmiyorum. Uzun bir duş alıp kafama sardığım havluyla kendimi yatağıma attım. Evi de bir temizlesem iyi olacaktı. Gözlerim yavaş yavaş kapandı aynı bilincim gibi.
Çalan telefon sesiyle gözlerimi açtım, iznin ikinci günündeydim ve gün daha yeni aydınlanıyordu. Yavaşça yataktan kalktım, içimdeki boşluk hissi kendini iyiden iyiye belli etmeye başlamıştı. Kalbimde kocaman bir boşluk vardı, onu doldurmaya uğraşmayı uzun bir zaman önce bıraktım çünkü dolmayacaktı. Ali'yi bulup intikamımı almadan dolmayacaktı.
Telefon kapanıp tekrar çalmaya başlayınca aramayı onayladım.
"Alo?" dedim karşıdan ses gelmeyince. Uykum daha ağır basıyordu, hemen geri uyumak istiyordum.
"Göz? Ya da dur Gökşin Aslan mı demeliyim ya da namı diğer Karanlık komutan, Deliler Timinin deli komutanı Karanlık." dedi ve yüksek sesli bir kahkaha patlattı. Telefonu kendimden uzaklaştırıp kimin aradığına baktım, bilinmeyen numara yazıyordu. Muhtemelen yeni alınmış bir hattı ve bir iki dakikaya ortadan kaldırılacaktı. Sakince yataktan kalkıp bilgisayarın başına geçtim.
"Kısaca 'Ecelim' desen daha uygun gibi, beni bana anlatmaya mı aradın yoksa ağzındaki baklayı çıkaracak mısın?" diye bıkkın bir sesle konuştum. İnkarın bir faydası olmazdı Karanlık'ı öğrendiklerine göre daha uzatmanın manâsı da yoktu.
"Hayret, ben telaşlanırsın sanıyordum. Her neyse, sana uzun bir süre sonra da olsa bir şey söylemek istiyorum Karanlık; timinin şehit olduğu operasyonu hatırlıyor musun?" dedi ve bekledi. Klavye üzerindeki ellerim donmuş gibi hareket etmiyorlardı. "Klavye sesi sustuğuna göre hatırlıyorsun zaten unuttuğunu da düşünmemiştim. O tuzak senin içindi Gökşin, seni izliyorlar. Her adımından haberleri var, timini şehit edenler senin peşindeydi. Baban yüzünden, babanın öyle büyük bir sırrı var ki bu sırrın tek anahtarı sensin, onlar da bunun peşinde. Sahi Gökşin o gün baban sizi neden apar topar köye götürdü, nasıl tesadüf gibi o köy o gün baskın yedi? Sana babanın naaşını niye göstermediler Gökşin? Kardeşin nerede Gökşin, Ali nerede? Sorgula Karanlık, anahtar sensin. Gizem senin sayende son bulacak!" dedi, kulaklarım uğulduyordu. Bu soruları her gün soruyordum kendime ama başkasının ağzından duymak... Tarif edemiyorum.
"Dost musun düşman mı?" dedim kendimi toparlayarak.
"Düşmanın dersem ne olur?"
"Seni öldürürüm."
"Beni öldür öyleyse Gökşin."
Ve telefon kapandı.
Milleeeet ben geldim
Kısa oldu farkındayım ama ancak bu kadar yazabildim, üzgünüm.
Bu arada bölüm başı okunma ortalama elli falan ama yorum hiç yok, bu durum beni üzüyor ve yazmak gelmiyor içimden çünkü ne düşündüğünüzü bilemiyorum o yüzden küçük bir sınır koymaya karar verdim. Bir sonraki bölüm için on yorum ve on oy sınırımız var. On yorum dolduğunda bölüm gelecek, lütfen sadece düşüncelerinizi yazın:)
İyi akşamlaaar kendinize iyi bakın...
Sınır:
10 yorum
10 Oy
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARANLIK| ASKERİ KURGU
AcciónSeneler önce büyük bir katliamın ortasından sağ çıkan iki kişiden biri olan Anna, kendini kurtaran Türk Askerlerine büyük bir sevgi besler. Asker olmaya karar veren küçük kız bu hayale tutunarak büyür ve başarılarıyla herkesin hayran kaldığı ama kim...