Scotland Yard bir hareketlilik içindeydi. Her yerde kurbanların fotoğrafları, akrabaları, şüpheliler, cinayetin işlendiği yerler ve haritalar vardı.
Bütün bina bayat kahve ve bitkinlik kokuyordu. İnsanlar etrafta koşuşturuyor, telefonlar çalıyor ve herkes katile dair ne varsa bulmaya çalışıyordu.
İtiraf etmelilerdi, bu kişi gerçekten işinde profesyoneldi.
John ise kimin olduğunu bilmediği bir masanın üstüne oturmuş, kırmızı iplerle çevrelenmiş fotoğraflara bakıyordu.
Yorgundu ve birkaç gündür doğru düzgün uyuyamıyordu. Buldukları cesedin üzerindeki not aklından bir türlü çıkmıyordu.
Şu an ise tüm bu düşüncelerden az da olsa uzaklaşabilmek ve dava üzerine yoğunlaşabilmek için kendisine bir bardak çay almış, rahatlamaya çalışıyordu.
"Vay... John, iyi misin?"
John ona seslenen adama bakmak için arkasını döndü. Sorusuna yanıt olaraksa başını salladı. "Herhangi bir gelişme var mı?"
Greg bu soruyu duymazdan gelip John'un elindeki bardağı işaret etti. "Sana yenisini getirmemi ister misin?"
"Greg, bir şey buldun mu? Sıradaki cesedin nerde olacağına dair bir fikrimiz var mı?" diye sordu John, bu sefer sesi normalden biraz daha sertti.
Lestrade derin bir iç çekti. "Bak, belki de eve gitmelisin. Geç oluyor ve yorgun görünüyorsun."
John sinirlenerek ayağa kalktı. "Saçmalama! Hiçbir yere gitmiyorum. Sadece soruma cevap ver."
Lestrade onu duymuyor gibiydi. "Bir polisin seni götürmesini sağlayabilirim ve-"
"Greg, kalıyorum dedim ve kalacağım."
"John, gerçekten gitmelisin. Artık bu işe karışmanı istemiyorum." Dostunun sesi endişeliydi.
"Beni bu davadan ayıramazsın. Bu benim işim, hatırladın mı?" dedi John ve derin bir nefes aldı. "Korkmuş veya kırılmış falan da değilim. Ben bir askerdim, tanrı aşkına! Bunun üstesinden gelebilirim."
"Pekala," diyerek yenilgisini kabul etti müfettiş. Zaten ortağını buna ikna etmeye çalışmak bile büyük bir aptallıktı. "Konumunu oldukça daralttık. Şu an elimizde bulunan üç yeri araştırıyoruz."
----
Sherlock sırt üstü uzanmış, dairesinin tavanını izliyordu. Her sabah yaptığı gibi mavi sabahlığını giymiş, şöminenin üzerindeki ufak hoparlörden kendi bestelerini dinliyordu.
Tam bu sırada ani bir soğuk dalgası vücudunun titremesine neden oldu. Başını uyuşukça yan tarafına çevirdi ve açık kalmış camı gördü.
Ne zamandır açık duruyor ki acaba?
Son zamanlarda böyle ufak detaylara çok dikkat etmiyordu.
Daha doğrusu, edemiyordu.
Değerli John'u, aklını öyle bir işgal etmişti ki...
Başka şeylere kafa yormak Sherlock için nerdeyse imkansız hale gelmişti.
Sadece onu, ona sahip olmayı ve onunla birlikte olmayı düşünüyordu.
İkisi, tüm dünyaya karşı.
Sherlock bu düşünceyle gülümseyip gözlerini kapattı. Ardından, gözlerini zihin sarayında tekrardan açtı ve birkaç dakika öncesinde duvarına astığı fotoğrafa baktı.
Parmaklarını nazikçe John Watson'un görüntüsüne dokundurdu. Bu temas bile kalbini hızlandırmaya yetiyordu.
Kısa kesilen sarı saçlarıyla ahenk oluşturan o okyanus mavisi gözler için neler neler yapmazdı ki? O güzel, pembemsi dudaklara dokunmak için? Ona sarılıp tüm kokusunu içine çekmek ve o elleri bir kez dahi olsa tutabilmek için?
Yani, kim yapmazdı ki?
<3 <3 <3
━ ilk bölüme gelen tepki çok hoşuma gittiği için dedim ki neden ikinci bölümü çabucak yayınlamıyorum??
ŞİMDİ OKUDUĞUN
for my dear john, with love | johnlock
Fanfikce━ "hayatımız mükemmel, değil mi?" : sherlock, john'a saplantılı bir şekilde aşık ve onun için ne gerekiyorsa yapmaya hazır <3 'fikir ve kurgu annecumberbatch (ao3) adlı kullanıcıya aittir !!