3.BÖLÜM; KORKUNUN KOKUSU

25 2 0
                                    

Bölüm müziği: The sacrifice of love

"Çaresizlik, korkunun en iyi dostudur."

Korkmak. İşte en büyük azab budur. Düşüncelerin ve eylemlerin en büyük engeli, kalbin karanlığı, hayatın kara deliği ve yapacak hiç bir şeyin olmadığını düşündüğün de arkasına sığındığın o korku. Huzursuz eder insanı. Seni bir uçurumda bırakabilir veya o uçurumdan aşağı da atabilir. Her zaman iki seçenektir ve her zaman tehlikelidir.

İtaatsizdir. Sana hükmeder, kendi kılıfına sokar. Ve sen onun olursun, korkunun. Senin en derinlerinde yatan acılarını, korkularını, kederlerini ortaya çıkarır. Ve onları sana karşı kullanır. Kendini sana hissettirir, onu acımasızca yok etmek istersin. Fakat onu yok etmek imkansızdır.

Yok edemedikçe daha çok çıldırırsın. O, sana daha çok baskı yapar. Kalbin karanlığa daha hızlı gömülür, ve sen bunu durduramazsın. Korkuyu hissetme! Onun da seni hissetmesine asla izin verme. Unutma ki cesaret her insanda bulunan en temel duygu ve hazinedir.

~21 yıl sonra~

Hepimiz farklı yerlere oturmuş, susuyorduk. Yaklaşık 15 dakikadır Merih'in evindeydim. Merih ve Ateş sabırla konuşmamı bekliyorlardı. Nihayet cesaretimi topladım ve sessizliği bozdum. "Oğlum bana kızmakta sonuna kadar haklısın. Sana herşeyi en başından anlatmalıydım. Gerçekleri benden duyman daha sağlıklı olurdu. Özür dilerim.

Babanın ikimizi bırakışı o kadar sinirlendirmişti ki beni. Cesaretimi bir türlü toplayıp anlatamadım. Aslında tek senden değil Merih'ten de sakladığım bir olay yaşadım." Merih'in kaşları çatılmıştı. Fakat sözümü kesmedi. "Onu zamanı gelince anlatacağım. Beni asıl zorlayan şey, babanla birlikte bir buluşma yılı ayarlamıştık. Ve baban tam iki yıl önce burada olmalıydı."

Ateş hiddetle ayağı kalktı. "Yoksa, yoksa öldü mü babam!" Düşünceli bir şekilde tekrar yerine oturdu.  "Ya da bizi unuttu anne." Başımı ovalayarak, "hiçbir fikrim yok oğlum. Ama birşeyi çok iyi biliyorum. Baban bizi asla unutmaz. Sana ve bana o kadar düşkün ki." Ateş yanıma gelip ellerimi tuttu. "O zaman neden bizi bıraktı anne, neden? Anne o kadar kırgınım ki ona.

Sen her ağladığında kalbim o kadar acıdı, ondan o kadar nefret etti ki. Eğer bir gün gelirse onu affeder miyim, bilmiyorum." Oğlumun kafasını göğsüme yasladım. Saçlarını okşayarak öptüm. "Öyle bir affedersin ki, kendine inanamazsın Ateş'im."

~21 yıl önce~

"Tahminlerimiz doğru çıktı komiserim. Deniz Kaya yaşıyor."

Ruhum boğuluyordu sanki. Nefes almak bana eziyetti âdeta. Kalbim ağrıyor, bacaklarım beni ayakta tutmayı reddediyordu. Benim Deniz'im yaşıyordu. Hayatımın anlamı, kahramanım, yavrumun babası yaşıyordu.

Dengemi sağlayamadım. "Liya hanım iyi misiniz?!" Sarp komiser hızlıca yanıma geldi ve bir kolumu sıkıca tuttu. Elimi, alnıma götürerek, "iyiyim birşeyim yok." Kolumu çektim kimsenin konuşmasına fırsat vermeden kendimi koridora attım.

Ben karakoldan çıkarken Merih'de arkamdan koşturuyordu. "Liya birşey söylemeyecek misin? Neler oluyor anlamıyorum." Sert bir şekilde arkamı döndüm. "Şuan sana yanıt veremem. Beni acil bir yere götürmen gerekiyor." Arabaya bindim. Hemen ardımdan Merih bindi ve arabayı çalıştırdı.

"Nereye gidiyoruz?" Merih'e dönerek, "Deniz'in sahte annesine."

(Gece'nin ağzından)

Gözlerimi yavaş yavaş açmaya çalıştım. Güneş ışınları görmemi engelliyordu. Bir müddet bekledim. Işığa daha çok alışmıştım. Gözlerim etrafı incelerken kolumda ki seruma  takılı kaldı. Herşey netleşmişti, ben hastanedeydim! En son yağmurda dans ediyordum. Sonra, ah sonra başıma keskin bir ağrı girdi ve ben Sarp'ın üzerine düştüm. Tabi, ay kesin rezil oldum. Nasıl becerdim koskoca adamın üzerine düşmeyi.

 BAŞLANGIÇ 2: SONHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin