-4-

57 7 0
                                    

Yusuf

Kalbi sıkıştı genç delikanlının. Kendi meselesi geldi aklına. Bir fedakarlık meslesiydi dedi içinden. Nasıl da düşman görünümlü bir iyilikti.

Susmaktan başka bir şey yapmadı. Yemekler bir bir boğazına dizildi. Akşam saatlerinden geceye geçilen o anlarda kapıda uğurlanıyordu Yusuf.

Mutfak kapısının ardında bir gölge gözüküyordu. Genç kız içinde tarif edilmez bir huzursuzluk hissetti. Bu yabancının ailesine yakın olmasıydı onu tedirgin eden.

Hikayesini bilmiyordu. Ya bir belaya bulaşıp bu topraklara kiriyle adım atmıştı ya da bunun başka sebebi olamazdı.

Yusuf memnuniyetlikten fazlasını hissediyordu. Anadolu insanıyız biz dedi içinden kim olsa necisin nereden geldin demeden kapısından içeriye buyur ederdi.

Ve gece göğün ardında bir giz gibi saklanan mehtap bulutların ardında ilerledi.

Güneşin açığa çıkaramadığı gerçekler bile vardı. Sabah olağanca erken çıktı durduğu kiralık odadan. Köhne bir yerde kalmaktan başka elinde çaresi yoktu.

İnsan her zaman yükselişte olamazdı. Tepe taklak bu imtihan dağından düşmek bile vardı. Ayağının kayması bahaneydi, ufak bir sebep bazen imtihanın kurtuluş sebebiyken bazen kaybediş sebebi olabiliyordu.

Sabr dedi ve yürüdü sessiz sokakları. Omzunda yıpranmış bir postacı çantasının içinde en kıymet verdiği deri ciltli Kuran-ı Kerim'inin varlığını elinin altında hissetti ve manidar bir tebessüm yayıldı dudaklarına bahar gibi.

Allah sabredenleri sever.

Artık aşina olduğu o sokağa girdiğinde daha evden yenice çıkan o genç kızı gördü. Bir anlık bir bakışa ne sığabilirdi ki? Azap dedi içinden bu bir an anlara dönüşürse haram olacaktı. Tez zamanda çekti gözlerini ve kaldırımın yamuk taşlarına indirdi.

Ve dudaklarından çıkan mırıltıya şahit olan vardı. O idi ya kendisini sakındıran.

"Estağfurullah"

Adımlarını serileştirdi ve çabucak onun yanından geçip gitmesini istedi. Birkaç adım sonra yan yana geldiler ve hiç beklemediği bir şey oldu.

Genç kız ona hitaben konuşuyordu.

"Başınıza dolanan bir bela olduğunu biliyorum. Bizden ne istiyorsunuz? Biz sakin ve sorunsuz bir aileyiz. Bugün istifa edin. Babam... O bize bir şey olursa dayanamaz. Çabuk istifa edin."

Yusuf'un alnından akan maddi terden ziyade gönlünü yorgun bir hale sokan manevi bir ağırlık onu kanter içinde bıraktı. Ne diyeceğini bilemedi. Elini kolunu kaldıramadı dili konuşmaya varmadı. Sustu. Bu susmak işi işleri daha da zora soktu. Çünkü genç kız cevap beklerken arkadan birisi yaklaştı onlara doğru.

"Bir mahalle ortasında buluşmadıkları kalmıştı şu sevgililerin. Tüh yazık el alem ne der utancı da kalmamış!"

Bu mahallenin tandık yüzüydü. Malum gıybet ağızlı Fevriye teyzeydi. Nerede ne var haberi olurdu. Yalandan başka söz etmek tatlı gelmezdi.

Genç kızın yüzü eğildi aşağıya doğru. Genç adamın kaşları çatıldı iki sivri kaya kadar dikleşmişti şimdi. Saygı duymasa idi bir karşılık verecekti. Zaten Fevriye teyze bir anlık yanlarından geçip giderken sarf ettiği sözlerin ağırlığını hiç ölçmeden söylemiş ve öylece hızla uzaklaşmıştı.

Genç kızın hala başı yerdeydi ama az sonra normal haline döndüğünde kızgın sözlerini Yusuf'un yüzüne fırlattı teker teker.

"İşte beyefendi verdiğiniz ilk zarar çok ağıra mal oldu."

Yusuf başını iki yana salladı. Bu genç kızın söylediği her söz neden derine batırılmış kalın ve sivri uçlu bir diken kadar acıtıyordu. Halbuki kimseyi ne kırmak ve dökmek istemişti.

"Yusuf oğlum?"

Hasan Usta idi ona seslenen. Onun yüzüne bakacak hali yoktu. Ama el mecbur döndü arkasını.

"Neden orada dikiliyorsun? Hadi işimizin başına geçelim de vakit geçmeden yetişmesi gerekenleri halledelim."

Yusuf'un kuyusu var. İçine attığı tek kendisi değil. Yusuf'un güneşi var nerede kaybettiği belli değil.

Bu Drama BendimHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin