İlk kitabımın ilk bölümüne hoşgeldiniz. İnşallah çok seversiniz. İyi okumalar.
Yorumlarınızı, oylarınız ve takibinizi esirgemeyiniz rica ederim.🤍
Şarkı: Moral of the story/speed up.
🤍HERA ÖZSOY
Herkesin muhakkak bir hayâli vardır. Ama çoğu hayâl, hayâl kırıklığı ile biter. Benim hiç hayalîm olmadı, biliyor musunuz? Bütün hayâlim mahvoldu, mahvettiler. Zamanla ilk çocukluğumu, sevgimi çaldılar, sonra hayata olan hevesimi, daha sonra hayâlimi ve en sonunda hayatımı. Benden çocukluğumu, duygularımı, hislerimi, sevgimi, heveslerimi, hayâllerimi, hayatımı, yaşama sevincimi, yaşama amacımı her şeyimi çaldılar. Benim olan her şey elimden kayıp düştü. Şimdi geriye ne mi kaldı? Söyleyeyim, ölmek isteği, ölmek için sebepler ve yaşayan ölü olan ben... Yaşadıklarımızı şeytan bile haketmiyor.
Çocukluğumda o kadar haksızlığa maruz kaldım ki, kendi kendime böyle bir söz verdim: Ben büyüyeceğim ve avukat olacağım böylelikle çocukları o kötü ailelerin elinden kurtaracağım. Söz, ölüm sözü.
Ve büyüdüm, istediğim mesleğe sahip oldum.
Bir çoğu insanları kurtardım, kurtarıyorum ve kurtaracağım da. Tüm masumları kanıtlıyorum, özgür olmaları için elimden geleni yapıyorum. Yalnız iş hayatımda değil, özel hayatımda da yapıyorum bunu. Bu benim mesleğim. Özgür olmalı insanlar. Özgür olmayan bir tek şey var; o da benim ruhum..
Ne kadar büyürseniz büyüyün geçmişiniz hep peşinizden gelecektir, ne kadar saklanırsanız saklanın acınız hep sizinle olacaktır, ne kadar yeni sayfa açarsanız açın kendinize, o sayfa bir gün yeniden lekelenecektir... Geçmişim hep peşimde, acılarım hep benimle oldu. Ve yepyeni açtığım sayfalarda hep yepyeni lekelerle karşılaştım.. Geçmişten kaçmayın..
Ve unutmayın bir şeylerden kaçarsanız, hep o kaçtığınız şeylerle yüzleşirsiniz...
Karşımdaki dosyaları incelerken kapı çaldı. "Gir!" dediğimdeyse içeri asistanım Ceyda Karan girdi. İlk kapıyı aralayıp kafasını içeri soktu ve "Gelebilir miyim efendim?" dedi gülümseyerek.
"Buyur, gir içeri." dedim bende onun gibi hem gülümsemeye, hem de oldukça samimi olmaya çalışarak. İçeri girdi ve elindeki çayı masama bıraktı.
"Başka bir isteğiniz var mı efendim?" dedi. Ceyda benim 2 yıllık asistanım olsa bile hala benimle samimiyeti kuramamıştı.
"Yok, Ceydacığım. Ama sen hala benimle samimi olmayı öğrenemedin ki. Böyle olmaz. Sen benim 2 yıllık asistanımsın, kaç defa söyleyeceğim ben sana benimle efendim mefendim konuşma diye. Beni hem arkadaşın, hem de büyüğün olarak gör ama beni sakın kendinden yüce sanma. Ben senin patronun ola bilirim ama bu senin bana efendim mefendim gibi konuşmanı gerektirmez. Şimdi gide bilirsin ama bir daha böyle bir şey olmasın" malum yerlerde sesim sertleşmişti yine. Sonlara doğru sesimi yumuşatmaya çalıştım.
"Peki efe-Hera... Ama böyle de saygısız gibi oluyor" dedi başını eğerek.
"Benim için olmuyor. Bana abla de, ne bileyim sadece ismimi söyle hatta takma isim ver ama bana hanım, efendim mefendim falan kullanma, tamam mı?" derken ilk defa kafamı dosyalardan kaldırıp yüzüne baktım. Yeşil gözleri bana parıldayarak bakıyordu. Kumral saçlarını dağınık topuz yapmış, kâhküllerini de düzenlemişti. Üzerinde koyu kahverengi mini bir elbise vardı. Elbisenin boğazı kare şeklindeydi ve kolları ellerine kadar uzanıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Şah ve Mat
ActionYaşıyorduk ama aslında ölüydük. İstediğimiz sadece bir mezardı, çünkü ölülerin bile bir yeri vardı. Tüm savaşların ortasında yalnızdık, ama aslında yalnız değildik. Hayatın oyunu çok dengesizdi; ölüydük ama yaşamak için savaşıyorduk. Halbuki, bir gü...