Hayatın kompası çok farklıdır. Akıl kompası ise birer oyundur. Biz en farklısının en farklı oynuna düşmüştük. Hayatın zorlukları en çok acı verenlerdir ve en acı verenler ise en çok yarayanlardı.
Sevmek değer vermektir, onu korumaktır ve sevmek ihanet etmemektir. İhanetin oturduğu masadan sevgi kalkar, yerine de düşmanlık girer.
İhanet. Seversen ihanet etmezsin, sevmezsen kalbini çok kolay kırar üstüne de ihanet edersin. İhanet öyle bir duygudur ki, intikam ateşine tutulursun.
Ya da o ateşte kavrulursun.
İntikam ise öyle bir duygudur ki, tarifi zor olur.
Karşımda gördüğüm manzarayla durdum. Önce kıza baktım, sonra da Alaz'a. Kimdi bu kız? Neden Alaz'ın boynuna dolanmıştı ki?
"Günaydın." diye tripli bir ses çıkardım.
"Günaydın." dedi Alaz bana keyfli bir şekilde. Neydendi bu keyif? Niye bu kadar keyifliydi ki?
"Gü-nay-dın!" diye enerjik ince bir kız sesi geldi. O kızdı konuşan. Harfle uzatmıştı. Samimiyetsiz.
"Aynısından." dedim yüzüne bile bakmadan. Alaz'a sarılırken kızın arkası dönük olduğu için görememiştim yüzünü. Sonra yüzüne bile bakmadığım için kim olduğunu görmedim. Sevgilisidir herhalde. Bir de bana beni sevdiğini söylüyordu.
"Senin niye yüzün asık?" diye sordu Alaz.
"Asık falan değil yüzüm," dedim ters bir şekilde. Ardından devam ettim. "Odan için de kusura bakma, bu iki oldu. Bir daha olmaz. Zaten.." diyip sustum.
"Zaten?" devamını getirmemi ister gibi çıktı sesi. Ama söylemeyecektim. Hâlâ ikisinin yüzüne de bakmıyordum.
Zaten yeni sevgilin var, o orada olacağından benim orada ne işim olur?
"Sen iyi misin?"
"İyi olmamam için sebep mi var? Ben gecikiyorum, önemli bir dâvâm var."
"Sen avukat mısın?" diye sordu kız.
"Hım, avukatım. Olup olmadık yerlerde sorun çıkaranları dâvâ eder, benim hakkıma girenlerin ise hakkını yok ederim. Kavga çıkartmaya bayılır, dövmeye ise ölüyorum. Dikkat et derim." dedim elimde çayla dolu bardağı kafama kaldırarak.
"Korkmam ben, aşko." dedi. Aşko mu?
"Korkmanı tercih ederim." dedi bu defa Alaz. En azından bunu öğrenmişti.
Kadın arkasını döndü bana. Alaz'a bakıyordu, Alaz bakışlarını ise üstümde hissediyordum. Ben onlara bakmasam da hareketlerini göre biliyordum.
"Abartıyorsun, aşko. Ben ona bir şey yapmadım ki, neden bana bir şey yapsın?" dedi. Aşko mu? Alaz'a mı dedi o? Gözlerim fal taşı gibi açıldı, kafamı hemen bardaktan kaldırıp onlara baktım. Sarı, uzun ve hafif kıvırcık saçları vardı. Uzun boyluydu, muhtemelen 167 cm'di. En azından benden boyca küçüktü. Ben 170'dim.
Bembeyaz, dizinden bir karış yukarıda duran kumaş, fırfırlı, sofır kol bir elbise giymişti. Elbisenin üstünde küçük ve farklı şekillerde çiçekler vardı. Arkadan görebildiğim kadarıyla yakası kare şeklindeydi. Ayağında yine beyaz renkde, kalın topuklu ayakkabısı vardı. Boynunun arkasından görebildiğim kadarıyla boğazında 3 katlı kolye vardı, bileğinde ise aynı kolyenin bilekliği. Zevkli kıza benziyordu. Elini ensesine götürüp kaşıdı. Hafif uzun, toz pembesi renginde tırnakları vardı. Parmakları uzun ve inceydi. Bir kaç çeşit yüzük vardı parmağında. Esmer değildi, beyaz ten rengindeydi.
Alaz gözlerimin fal taşı gibi açıldığını görünce hoşuna gitmiş gibi dudağının bir tarafını kıvırdı. Elimdeki bardağı sert bir şekilde masaya bıraktığımda çantamı masadan alıp hızla kapıya yakınlaşdım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Şah ve Mat
ActionYaşıyorduk ama aslında ölüydük. İstediğimiz sadece bir mezardı, çünkü ölülerin bile bir yeri vardı. Tüm savaşların ortasında yalnızdık, ama aslında yalnız değildik. Hayatın oyunu çok dengesizdi; ölüydük ama yaşamak için savaşıyorduk. Halbuki, bir gü...