Asya'nın anlatımıyla,
Gecenin bir yarısıydı ve su içmek ihtiyacıyla uyanmıştım. Bu su içme ihtiyacını özellikle geceleri olmak üzere sürekli tekrarlıyordum ve bunu bir alışkanlık haline getirmiştim. Buğulu gözlerimi ovuşturduktan sonra yanımda uyuyan Dilara'ya ve diğer yanımda uyuyan Gülçin'e baktım. Bir dakika, Gülçin nerede? Gülçin yoktu. Sanırım uyku tutmamıştı ve dışarı çıkmıştı, çocukluğunun geçtiği bu parkta geziniyor olmalıydı. En son ben uyumadan önce bana uyku tutmadığını söylemişti. Anlaşılan o ki, uyumamın üzerinden çok fazla geçmemişti ve şuan hâlâ geceydi. Çadırın fermuarını açacaktım ki açık olduğunu farkettim. Galiba Gülçin açık unutmuştu. Dilara'yı rahatsız etmeden yavaşça dışarı çıkarak önce gökyüzüne ve sonra ise hemen yerde yatan Gülçin'e baktım. Bu kızın burada ne işi vardı? Neden çadırında uyumuyordu? Kaşlarımı çatarak ona baktım. Gözüme takılan bir şey daha vardı, yerde sönmüş bir kamp ateşi vardı. Gülçin, bu sıcakta kamp ateşi mi yakmıştı? Gerçekten ciddi miydi? Yeşil kadife kumaş çantasını yastık gibi kullanıp üstünde öylece hareketsiz yatan kıza baktım. Teni renksiz görünüyordu ve hâlâ kamp ateşini neden yaktığını çözememiştim. Tahmin ediyordum ki getirdiğimiz yemeklerden olan çiğ tavuk kanatlarını kızartmış olmalıydı. Hava gerçekten aşırı sıcaktı. Gece olduğu halde hava gündüz olan sıcaklığından çok daha fazlaydı. Gülçin'i bir süre daha inceledikten sonra suyumu içtim ve biraz parkta gezmeye karar verdim. Gülçin'i arkamda bırakarak ormanlık bölgeden çıktım. Beton ve taşlık yolda yürürken uyku ile uyanıklık arasında olduğum için kaçıncı katta olduğumu bilmiyordum. Bedenim uyanık olsa da kalbim uyuyordu. Ve ben kaçıncı kata doğru indiğimi hiç seçemiyordum. Tabelaları okumaya çalıştım fakat okunmayacak kadar gözlerim buğuluydu. Olduğum yerde durdum ve gözümü biraz daha ovuşturup ayılmaya çalıştım. Biraz daha ayılabildiğimde şuan 4. katta olduğumu farkettim. Bir kat daha inersem son kat yani hayalet kata inecektim.Yavaş ve sarsak adımlarla son kata indim. Son kat bomboştu. Hiçbir ışık dahi yoktu. Ortası bomboş bir beton alan vardı ve etrafında ise çiçekler vardı. Bu çiçekler diğer çiçeklere göre daha sağlıksız görünüyorlardı. Üstelik burada hiç bank veya çardak yoktu. "Sanırım biz bir şeyi unuttuk." diye kendi kendime söylendim. "Kamera sistemlerini bozmadık.." Kahretsin! Nasıl unutabilirdik? Öylece gizlice girip çadırımızı kurduk ve uyuduk. Evet, çadırı kurduğumuz ormanlık bölge de hiç kamera yoktu fakat buraya gizlice girerken atladığımız yerde birsürü kamera bulunuyordu. Hiçbirini devre dışı bırakamadık! Tüm kameralar bizi kayıt altına almıştı ve şuan! Şuan kameralar kayıttaydı.
Aklıma gelenlerle kalbimden vurulmuşa dönerek hızlı hızlı soluklar alarak çadırlara doğru koştum. Nihayet çadırlara vardığımda Gülçin'in çantasının içinden çıkardığım 12 adet taşı kendi çantama doldurdum. Kendi çantamı da sırtıma takarak ilk kameranın bulunduğu restoranta koştum. İlk kameranın bulunduğu yere vardığımda burası 2. kata inen merdivenleri çekiyordu ve merdivenleri çeken bu kamera bizim çadırlarımızı da çekiyor olmalıydı. Yakalanmak ve suçla ceza almak korkusuyla ellerim titreye titreye çantama doğru uzandım ve elime aldığım 2 taşla bu kamerayı bozmaya karar verdim. Bunu yapabileceğimi düşünmüyordum ama yapmalıydım. Yakalanmamak için yapmalıydım. Ben yakalanabilirdim fakat arkadaşlarım yakalanmasın istiyordum. Arkadaşlarım kurtulsun..
Önce elimdeki 2 taşa sonra ise karşımda öylece duran ve dimdik bana bakan kameraya baktım. Derin bir nefes aldım ve son kez etrafımı kolaçan ettikten sonra bir ayağımı geriye çekerek bir adım geri gittim ve elimdeki tuttuğum taşı kolumla beraber önce geriye doğru savurdum ve sonra bir ayağımın üzerine yüklenerek kameraya doğru fırlattım. Başarmıştım! Kameranın camları parçalanmıştı ve ayağımın önüne doğru düşmüşlerdi. Kendi zaferimi kutlar gibi alayla kameraya doğru gülümsedim, "Selam, kırıldın mı seni bücür?" diyerek kamera ile alay ettikten sonra ikinci taşa gerek kalmadığını şimdi farketmiştim. İkinci taş ile bir kamera daha vurabilirdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sevmiş Gibi
Pertualangan''Sana nasıl baktığını gördün mü?'' ''Görmedim, nasıl bakıyordu nefret edermiş gibi mi?'' ''Hayır.'' ''Nasıl o zaman?'' ''Sevmiş gibi...''