"Neydi ki şimdi bu? akıllıca mıydı ? Hayır hayır deliceydi. Ne anlamı var? Buna bir anlam koymalı mıyım? hayır koymamalıyım. Ama koysam ne koyardım? Neden bu kadar çok saçmalıyorum?" Kendimi sırt üstü yatağa atıp ellerimi yüzüme kapattım.
"Neden böyle oluyor ? Neden düşünmekten vazgeçemiyorum?"Sesim ağlıyormuş gibi çıkıyordu. Cızırtılı ve berbat. Eve geldiğimden beri kafam sorularla doluydu.
" Neden böyle küçük bir olayı büyütüyordum ki? Alt tarafı çalışanlardan biri müşterisine yardım etti. Ne var bunda? Tamam bir şey yok. Ama nasıl oldu da"seni tekrar görebilecek miyim" sorusunu sordum? Bu aptalca bunu asla yapmazdım. İstemsizce oldu. Hadi kendimi anladım. O neden bana " evet" dedi? Yatağımın üstünde hoparlör açık bir biçimde Cristina'yla iletişimde olan telefonum sesini çıkarmak istemiyordu.
"Hadi ama Cris 30 dakikadır cevap vermiyorsun,kendi kendime konuşuyormuş gibi hissediyorum." ses çıkamadı. Telefonu ahizeye alıp kulağıma koydum.
"Cris!"
"Ne! Ne oldu!"
"Beni dinlemiyor musun?"
"Dinledim. 25 dakikacık uyuduğumu saymazsak iyi bir dinleyiciyim."
"İyi de 30 dakika konuştuk sense sadece 5 dakikasını mı dinledin?"
"Bak bebeğim;eve geldiğimden beri manikür yapıyorum. Bu eller kendiliğinden güzel olmuyor. Çok yorucu. Biraz kestirdim. Ve senin olayına gelince; hep aynı şeyleri söylüyorsun. Senin durumunu söyleyeyim mi tatlım?"
"Evet"
"Sen YGÇSKAKKAES'e yakalanmışsın."
"Ne? Çok mu kötü? Bu kadar uzun bir ismi olduğuna göre çok kötü. Bunu daha önce hiç duymamıştım. Nadir görülen bir hastalık mı?"
"Evet çok kötü. Ve nadir görülen bir hastalık değil. Neredeyse 10 kızdan 7 sinde var."
"Bunun açılımı ne? Tedavisi var mı?"
"Açılımı: yakışıklı gördüğün çocuğun seni kötü adamdan kurtarıp kendine aşık etme sendromu" arada neredeyse iki dakikalık bir sessizlik oluştu.
"Cristina bu saçmalık. Bir cümlenin sonuna "sendrom" kelimesini koymak onu hastalık yapmıyor."
"Bak bebeğim bu benim yorumum. Şimdi kapatmalıyım annem iki saatten beri bana bağırıyor. Babam birazdan yine seyahate gidecekmiş. Hoşçakal demeliymişim. Nasılsa geri gelecek değil mi? Her seferinde aynı uğraşıma ne gerek var ki ?"
"Anneni dinlesen iyi olur. Belki geri gelmez. Bir daha asla hoşçakal diyemezsin." gözlerimin dolduğunu hissettim. İçimdeki boşluğun varlığını tekrar hatırladım.
"Jane, üzgünüm"
"Sonra görüşürüz" diyerek telefonu kapattım. Her sabah özenle yatağımın ortasına yatırıp örttüğüm, beni hep dinleyen , en yakın arkadaşım olan ayıcık Buzzy' nin yanına uzandım ve onu kollarımın arasına çektim. Gözlerimi kapattım ve bugün olan her şeyi kafamdan uzaklaştırdım. Babamın hayalinin gelip saçımı okşayıp beni öpüp gittiğini düşündüm. Ve sonra kendimi uykuya bıraktım.
****
Sabah 6.59 ' da kalktım. Çalar saatim 1 dakika sonra çaldı. Kapanması için üstüne vururken;
"Yine seni geçtim ihtiyar" diye cırladım. Bu gün garip bir mutluluk vardı içimde. Hızla duşa yürüdüm. Ilık su ve güzel kokulu sabundan sonra dolabımın önünde kıyafet seçmeye çalışıyordum. Siyah dar bir kot, beyaz boğazlı bir kazak ve kırmızı yün bir hırka. Kendiliğinden düz olan ve hiç şekil almayan saçlarımı biraz daha düzleştirdikten sonra kahvaltı için merdivenleri koşarak indim. Mutfak bomboştu. Buzdolabındaki fosforlu turuncu not dikkatimi çekti. " Erken çıkmak zorunda kaldım bebeğim. Dolapta mısır gevreği ve süt var. Dün biraz kar yağdı. Yollarda dikkatli ol. Ve son olarak ta vosvos'unun deposunu doldurdum. " O dünyanın en iyi annesiydi. Muhasebeci olduğu için yurt dışına gitmesi gerekiyordu. Ve onu çok az görüyordum. Ama o bana kendi ayaklarımın üstünde durmayı öğretmişti. Dolaba ilerledim. Soğuk süt ve mısır gevreğini mideye indirdikten sonra kapıda siyah botlarımı giydim. Kapıyı açtığımda soğuk hava saçlarımın arasından geçip içeriye hücum etti. Ellerimi birbirine sürttüm. Ve kapıyı kapatıp merdivenlerden hızla indim. Sarı vosvos'umun kilidini açıp direksiyonun başına geçtim. Kontağı açıp arkaya doğru ilerleyerek garajdan çıktım. Annem haklıydı. Dün kar yağmıştı. Bahçemizdeki kuru ağaç dalları ve çatımız bembeyaz olmuştu. Annem benim için araç yolunu karlardan kurtarmıştı. Ona içimden teşekkür ettim. Sonunda ana yola saptım ve okula doğru ilerlemeye başladım. Karda kaymamak için 40' la gidiyordum. Hızlı gidersem her şey olabilirdi. Frenlerim tutmaz,bir yere çarparım veya yola aniden atlayan bir hayvanı ezebilirdim. Araba kullanıyorsam bunları düşünmek zorundaydım. Arabanın silecekleri her ihtimale karşı açıktı. Kaloriferlerden çıkan sıcak hava camda durmadan buhar oluşturuyordu. Araba konsolumda duran bezle sık sık siliyordum. Emliyet kemeri işimi zorlaştırıyordu. Bir an frene bastığımı hissettim. Bezi çektiğimde küçük bir çocuk elleri kaputuma yaslanmış bir biçimde duruyordu. Çocuk kocaman bir mont giymişti. Yüzünü göremiyordum. Tanrım! Bir çocuğa çarpmıştım. Çocuk benden kaçarmışçasına koşuyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yaşam ve ölüm arasında
Teen FictionÇekilen bir vicdan azabı. Geçmişinden kurtulamayan insanlar. İnanılması zor gerçekler. Sıra dışı yaşamlar ve görünmeyen varlıklar. Sonsuza dek bozulmayacak dostluklar...