Yeter!

2 0 0
                                    

Bıktım artık yazmaktan ama yapacak başka bir şey de bulamıyorum. Sanki cehenneme düşmüşüm ve tek eğlencem yanmak. "Denize düşen yılana sarılır." derlemiş, artık kim diyorsa?

Neyse bu gün önemli bir gün delirmeden önce kalan günlerimde bu kule hakkında bir kaç şey daha keşfettim. Mesela camdan dışarıya açıkça çıkabiliyorum. Aşağı atlamayı düşünmüyorum tabii ki, bu çok aptalca olurdu. Onun yerine tam tersi kulenin tepesine çıktım. Evet! Bu şeyin çatısı var! Orada ne yapabilirim bilmiyorum oraya çıkabilmek bile güzel bir şey. Aslında saymadım ama haftalardır burada imişim gibi geliyor. Aklım bana bazen oyunlar oynuyor ama bunlar beni kandıramıyor tabii. Mesela kendimi görüyorum ara sıra camdan atlarken. Atılıyorum mal kendimi tutmaya çalışıyorum ama ne deva düşüyorum falan. Yemem ben bunları! Neymiş intihar edecekmişim?! Ne kadar ezikçe bir düşünce anlatamam bile. Neyse neyse, bak şimdi fark ettim ki sadece kendimi görüyorum etrafta. Başka kimse yok. Aşağıda yürüyen insanlar dışında kimseyi göremiyorum. Yüzleri çok bulanık oluyor ve bak gördüğüm başka  bir rüyada ise sarışındım. Bu demek oluyor ki beynim tamamı ile sağlıklı çalışıyor ve aman tanrım gördüğüm tek yüz benimki olduğundan kendimi sarışın olarak gördüm! İşte bu dahiyane bir yaklaşım! Boom! Hah, sesi anladın ya patlama sesi. Sonra işte ben de kendi benliğime daha da odaklandım. Hatırlamaya çalışmadım. Belki de bu hatırlamaya çalışmak olur emin değilim ama demek istediğim şu: Bir şeyi hatırlayabiliyorsam onu daha önce görmüşüm demektir. Ya da hissetmiş! Öbür türlü beyin nasıl çalışacak ki zaten? Mesela kendi yüzümü gördüm ya hani işte kendimi en son ne zaman nerede gördün?????? Haha! İşte buradan başladım dedim ki "Nereden biliyorum?"  Sonra hatırladım. Yüzümün tüm detaylarını sanki kendi elimle yapmışım gibi. Hepsi aklımın içinde birden bire canlanıverdi. Zincir reaksiyonu gibiydi ama emin değilim sadece belki başka bir şeyi tetiklemiştir beynimin içinde. Hemen ardından ise neler bildiğimi yazmaya başladım kitabımın arka sayfasına. Yüzüm, sarılmak, yemek yemek, dışkılamak... Bir saniye! Dışkılamak evet fark ettim bunu nereden biliyorum ben ya?! En son hatırladığım camdan sıçacağımı söylemiştim. DEĞİL Mİ? Neden geriye gidip de ne yazım yazmadığıma bakmıyorum?! Çünkü...

Bir şey bekleme. Yok, istemiyorum. Orada öyle gizem olarak kalsın. Belki de yanlış hatırlıyorumdur. Belki de bunların hepsi rüyadır ve ben kendimi bilerekten bu lanet rüyaya koymuşumdur. Bu korkunç, sıkkınlık dünyasına. Aslında kendimi bir yandan test ettiğimi düşünüyorum. Bu acı verici derecede geliştiriyor beni. Zihinsel olarak hiçliğin içinden bir şeyler çıkarmak ve yaptığım tek şey kuleden dışarıyı izlemek iken neler neler yazdım şuna bak?! Belki de aklımın sınırlarını zorladıkça varlığıma dair gizemleri, ay yani sırları açığa çıkarıyorum ki yazmada da hızlandım. Evet, güneş batmadan önce bir çok yazmaya başladım. Biliyorum gelişiyorum ki bu da şüphelerimi arttırıyor. Tanrı beni bu kuleye benim gelişmem için koydu. Yeterince gelişince de onun yerini alıp evreni yazacağım. Hepsi bir kulede başlıyor. Gizemli, bomboş bir kule. Sonra karakter somut ve yaşamının devamlılığını sağlayacak olan bedeninin enerjisini getirmenin yollarını arar ama fark eder ki şarj ihtiyacı duymaz. O zincirli olduğu beden tıpkı aklı gibi, somut varlığın karanlığın kurtulmuş ve aydınlığa erişmiştir. Bu yüzden sonsuzluğa uzanan bu dünyada aklının ele verdiği her şeyi düşünebilecektir ve en sonunda yaratıcının kendisi olacaktır.

Tabii bir sorun var. Çok büyük bir sorun. Tanrı bu işin bu kadar uzun sürmesini istemediğinden karakteri bir kuleye yerleştirmiştir. Aklını kullanmasına engel olabilecek her etkenden uzaklaştırılmıştır. Böylece tam kapasite düşünecektir karakter. Evet, aynen öyle! Bu iş zordur çünkü insanın aklı dinlenmek ister. Biraz ara vermek ve düşünmemek. Eğer, çok fazla zorlarsa hem de çok fazla, insanın kafasını patlatır. İnsan bu yüzden zayıftır. Zincirleri kırmak için her gerdirdiğinde daha da fazla çekilir yer altına. Daha da fazla batar zincirler. Bu iş karakter için daha kolaydır elbette ama da direk bir yaratıcı değildir işte her istediğini hemen yapamaz. Zincirleri aslında halen bağlıdır kollarına ama karakterin yerin dibine girmek için sebebi yoktur. Ağır değildir kendisi, ne bir yağ ne de kas yığınıdır. Ne zincirlerini kaldıracak kuvvetini aptal gibi, içine girmeye çalıştığı toprağa dönüşecek bedende arar. Ne de... 

Anladınız siz. SIKILIYORUM BURADA! Yapacak hiç bir şeyin olmadığı bu mekanda yaratılışın musluğun ucundan damladığı şu pencere dışında hiç bir şeyim yok! Ölüm bir çözüm değil artık benim için. Bu yolda yok olana kadar devam edeceğim. Cehennem... Evet! Cehennemi nereden biliyorum ben?! Önceden orada mı bulundum acaba? Çok çok acı dolu bir yer olmalı ki, ACI NASIL BİR ŞEY? Elimdeki kalemi kağıdı tutan sol elime saplamamak için kendimi zor tutuyorum şuan. Bunu yaptığım da her şey belli olacak? Acıyı tadabiliyorsam bu ürettiğim teorilerin hiç bir anlamı kalmaz ve yaratıcının da bir zamanlar bir kulede sıkışmış olma ihtimalini tamamen kafamdan silmem gerekir. Anlatmamıştım sanırım neden yaratıcı böyle bir kulede olmalı diye. Şimdi yaratıcı saf aklı ile düşünebilen bir varlık olmakla birlikte benim düşünme becerimin katlarının da katları üstünde olmalı. Öyle bir düşünme gücüne zaten beden dayanmaz. Şimdi Tanrı her şeyi yarattı ise her şeyi de bilmeli ki yaratsın. Yani şimdi Tanrı saf akıl olmalı. Öbür türlüsünde kendisini yaratması gerekecek. Bu da çok saçma! Tanrı kendini yaratamaz! Tanrı zaten hep vardı demek direk sonsuzluğu kullanmak olur ve konuyu kapatır. Böyle kolay yollara kaçmayacağım onun yerine bu da bir ihtimal deyip devam edeceğim. Aklıma... 

Bir şey geliyor, şöyle: Akıl, düşünce ve varlık ne? Bunların arasındaki bağlantı ne?

KULEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin