İlk soru 'neden çıplağım?'
İkinci soru 'dün gece ne oldu?'
Üçüncü soru değil beddua 'Allah benim belamı versin'
Madem içkinin dokunduğunu biliyorsun, bok mu var da her uzatılan şişeyi alıp bitiriyorsun. Kaç tane içtiğimi bile hatırlayamıyordum, eve nasıl geldim diye düşünmeme gerek yoktu. Pideci getirmişti kesinlikle.
Neden çıplak olduğumla ilgili soruya gelirsek, hiç ağrım olmadığına göre bir şey olmadığı belliydi. Ama bu hiç bir şey olmadı demek değildi. Aynanın karşısında dövmelerin süslediği vücudumu inceledim bir süre, bir morarıklık yada kızarıklık yoktu.
Cildim gayet pürüzsüzdü, kaymak gibi duruyordu. Bilinmezliklerle dolu zihnimi yatıştırıp duşa attım kendimi. Bir yandan temizlenirken bir yandan da düşünüyordum, gece olanları hatırlamaya çalışıyordum ama yok.
Sanki birisi dün gece bir yerde hafızamın kapatma düğmesine basıp kaydı durdurmuş gibiydi. Ne kadar düşünsem de en ufak bir şey hatırlayamamıştım, duştan çıkıp üstüme siyah bir şort geçirip koyu mor tişörtümü giydim. Ekmek almak için fırına doğru yürürken sandaletlerime bakıp düşünüyordum.
Uzun zaman sonra ilk kez gözlüğümü takmayı hatırlamıştım ve rahatça yürüyordum. Pidecinin önünden geçerken babası dükkanı açıyordu, beni tanıyarak el hareketiyle yanına çağırdı.
"Delikanlı, gel bi el at şu kepenkleri kaldıralım. Fıtık var bende eğilemiyorum."
"Tabi." Diyerek yardıma koştum, ufak bir hareketle yukarı kaldırdığım kepenk sonuna kadar hızla yükseldi.
"Hay Allah razı olsun delikanlı, gel sana pide yapayım. Akşama yersin." Teklifini kibarca reddedip akşama uğrayacağımı söyleyerek fırına doğru ilerledim.
Ekmeklerimi alıp eve doğru yürürken elinde poşetle sokağın girişinde dikilen adamı gördüm ve olduğum yerde kaldım. Saçları dağınık, gözünde de güneş gözlüğü vardı.
"Günaydın" diyerek yanına doğru adımlarken kafasını yana çevirip tekrar bana döndü.
"Günaydın Asil, günaydın." Elime poşeti tutuşturup arkasını döndüğünde hayretle ona bakıyordum.
Hızla yanına doğru yürüdüm, adımlarına ara vermezken elinden tutup durdurdum onu. Ne olup bittiğini sorabileceğim bir tek o vardı sonuçta.
"Aramızda kötü bir şey mi geçti Alp?" Kaşları gözlükten görünecek şekilde yukarıya kalkarken hayretle konuştuğunda bakakaldım.
"Bana bunu yaptığını hatırlamıyor musun Asil?" Gözlüğünü çıkarttığında mosmor olmuş gözüne öylece bakakaldım.
Sertçe yutkunup onu incelerken dümdüz duran dudaklarına baktım ve eline uzandım. Ateşe değecek gibi geri çekildiğinde bir tık kırılmış olabilirim.
"Beni ne sandın bilmiyorum ama kimseye isteği dışında dokunacak birisi değilim. Senden hoşlandığım doğru ama sen istemedikçe sana o şekilde yaklaşmam."
Neden bahsettiğini bilmesem bile dudaklarım istemsizce kıvrılmıştı, bu adam sinirle farkında olmadan benden hoşlandığını itiraf etmişti. İyice büyüyen gülümsememle eline uzanıp yavaşça tuttum, eve doğru yürürken hala sert tavrından ödün vermiyordu.
Kapıyı açıp içeriye girdiğimizde onu da kendimle birlikte salona çektim. Yan yana duran berjerlere oturduğumuzda elini bıraktım ancak.
"Bende dünle ilgili pek bir hatıra yok, bana neler olduğunu anlatırsan eğer hangi konularda özür dilemem gerektiğini bilirim bende."
Bir of çekip yerine iyice yerleştiğinde siyah kotunun sardığı kalın bacaklarını araladı ve dirseklerini dizlerine yaslamak için eğildi. Kafasını bana çevirip bir süre süzdükten sonra anlatmaya başladı.
"Dün beş bira devirdikten sonra doğum günü pastası geldiğinde Ercü heyecanla ayağa kalkarken pastayı senin üstüne düşürdü. Bende zaten iyice sarhoş olduğun için seni evine getirdim, kapıyı açmak için cebine elimi attığımda sapık damgası yedim senden. Onu boşver, bütün üstün pasta içinde olduğu için banyoya götürüp tişörtünü çıkarttım. Pantolonuna uzandığımda 'napıyon lan ırz düşmanı' diyip dizini gözüme geçirdin. Sonra beni itip kendini banyoya atıp kilitledin, elimde kirli tişörtün ve şimşek çakan gözümle orada kalakaldım."
Gülmemek için zor tutuyordum kendimi, içince saldırganlaşmamın sebebi uğradığım saldırıydı. Bunu ona anlatıp yaşattıklarım yüzünden özür dilemek istiyordum.
Tişörtümü çıkartıp önünde dikildiğimde bana yerinden çıkacak gibi duran gözlerle bakıyordu, elini tutup çektiğimde geri çekti hemen.
"Sana bir şey gösterip açıklamam lazım, kendimi anlatabilmem için bunu hissetmelisin." Büyüyen gözleriyle elini tekrar tutup dövmemin gizlediği dikiş izlerine getirdim. Parmak uçlarında hissettiği sertlikle gözleri kısıldı ve açıklama ister gibi yüzüme dikildi.
"Dün arkadaşının bahsettiği onur yürüyüşünde makyajım, mini eteğim ve topuklularımla boy gösterdikten sonra eve dönerken iki arkadaşım ve ben saldırıya uğradık. Dövülüp ara sokakta ölüme terkedildik."
Duyduklarıyla büyüyen gözleri söyleyeceğim şeyleri kaçırmamak ister gibi dudaklarıma dikilmişti, buruk bir gülümseme vardı dudaklarımda.
"Orada yaşadıklarımdan sonra kendimi koruma içgüdüsüyle içime kapanıp saldırganlaştım biraz. Dün için özür dilerim, her yaşattığım kötü an için ayrı ayrı üzgünüm. Bende sabah çıplak uyandığımda şaşırmıştım."
Evde gezinen bakışları bana döndüğünde ne dediğimi fark edip bakışlarımı kaçırdım. Sehpaya koyduğum ekmeği alıp mutfağa doğru ilerlemeden önce Alp'in sertçe yutkunduğunu görmüştüm.
Kendimi mutfağa attığımda hemen dolaptan soğuk suyu alıp kafama diktim, içimdeki yanma bir nebze azalırken şişeyi buruşturup çöpe attım.
Kahvaltılıkları masaya dizip çayları doldururken söylediğim aptalca şey zihninde dönüp duruyordu. Kızaran yüzümle salonda boş duvarı izleyen adamı kahvaltıya çağırdım, birlikte sessizlik içinde ve başlarımızı kaldırmadan kahvaltımızı ederken kapı çalındı.
Kapıyı açtığında kollarıma yığılan kadın annemden başkası değildi...