Hasret
Dünya güzel olan her şeyi kendisine bulamakla meşhurdur. Öyle olmasa insan hayatla nasıl pişecek diye savunabilir bazıları. Oysa bu, yok oluşu savunmanın ötesinde bir bahaneden başkası değildir.
Nereye savrulduğuna bakmaksızın insan olmayı aynı olmanın kefesine sıkıştırdı, bunu savunan h"er" kişi.
Günlerim bu farkındalığın pençesinde önce kendime ve sonra herkese üzülmekle geçiyor. Ekranlara hapsolmuş bir biçimde, yarına dair bir umut tutmaksızın, maddeye açlığı bitmeyen kendime ve herkese.
Aslında babamın iş yerinde çalışıyor olmasam bunu bu kadar derinden hissetmezdim diye düşünüyorum. Babama ait yerel bir giyim firmasının şubelerinden birinde müdürlük yapıyorum.
Babam onu bildim bileli bu işi yapıyordu, ama ben onun hiçbir zaman insanların daima aç bir biçimde yana yakıla kıyafet aramasından dolayı hüzünlendiğini görmedim. Bütün üzüntüsü daha çok satmak, daha fazla satmak, yeni stratejiler, yeni antlaşmalar üzerine oldu.
Oysa ben burada çalışmaya başladığımdan beri bu durum benim canımı epeyi eskitti. Kadınların, erkeklerin belki de bir defa bile giymeyecekleri şeyler için mağazada saatler harcaması, çiftlerin bazen tartışma çıkarmaları, bazı sonradan görmelerin yahut çok görmüşlerin bitmek bilmeyen memnuniyetsizlikleri...
Çok sinirlendikleri anda ağızlarından tükürerek çıkardıkları "müdürünü çağır" cümlesindeki müdür olabileceğimi hayal etmemiştim hiç.
Üniversiteyi okurken tek hayalim Cahit'le bir gün evlenip çocuklarımı mutlulukla büyütebilecek olmamdı. Hoş, gerçi çoğu insan bunu yenilgiyi kabullenmek olarak görüyor.
Pazarlama şirketlerinin en büyük öznesi olan kadın, binlerce tanımlama içinde durmaksızın çürütülüyor. Anne vasfı hiç ediliyor, ev hanımı olmayı tercih etmişse aptal ve koca parası yiyen büyük bir yiyici olarak görülüyor, çalışan bir kadın olmuşsa kadının narinliğine ve duygusallığına bakılmaksızın bütün iş sektörlerinde kendisini göstermesinin "eşitlik" ve "gereklilik" olduğu savunuluyor.
Gülüyorum.
Cahit'le bu konuyu ne zaman konuşsak o da gülerdi. Topluma ait olmanın bu olmadığını söylerdi. Ben de ona, ideolojilere hapsolmanın bizi mahvettiğini söylerdim.
Biz onunla ideolojik sevmiyorduk birbirimizi.
İdeolojik olarak birbirimizden nefret ediyor, kemiyetimizle sevgi duyuyorduk birbirimize. Aradaki farktan ikimiz de haberdardık ve bu, benim ona özlem duymama sebep olan en büyük etkenlerden biri.
Konu nereden açıldı da Cahit'e geldi yine..
Gülümsüyorum.
Bunları neden anlatıyorum? Az önce kocasıyla daha önce mağazanın ortasında bağır çağır kavga etmiş kadının biri, mağazaya tek geldi ve hiç yoktan çalışanlarımdan birine küfür ve hakaret etti. Kızın ağlamamak için kendisini çok zor tuttuğunu gördüm. Olay benim yakınımda cereyan etmeseydi bile o kızın böyle bir yaygaraya sebep hiçbir saygısızlık yapmayacağını da zaten bildiğim için daha fazla sinirlendim.
"Hanımefendi," dedim, "Hanımefendi.." Dişlerimi sıkmamaya çalışıyordum.
Derken bu hanımefendinin bana başka bir yerden tanıdık geldiğini fark ettim. Hayır, ben elbette onu mağazada görmüştüm ama şimdi onu tanımama sebep öncesi değildi. O kavgadan sonra ben onu başka bir yerde daha görmüştüm.
"Ama nerede.." dedim kendi kendime.
"Sizin çalışanınız konuşurken göz devirdi bana!" diye bağırdı bir kez daha.
Gözlerimi yumdum ve onun bu dediğine cevap üretmekten çok onu nerede gördüğümü düşünmeye başladım. Onu ben en son...
Geçen gün markette de kasiyeri harcamıştı bu kadın. Kızcağızın gıkı çıkmadığı halde sinirini kusup gitmişti. Muhtemelen bu kez sıra bizdeydi. Ama bu işletmenin sorumlusu bendim.
"Hanımefendi! Çalışanım size herhangi bir hakarette bulunmadı, yanlış mıyım?" dedim.
"Göz devirdi diyorum size!"
Kızcağız "Hasret hanım, gerçekten öyle bir şey olmadı.." dedi.
"Ha ben yalan söylüyorum yani..." dedi kadın.
"Öyle bir şey demiyorum, lakin biraz sakin olmanızı rica ediyorum. Dediğim gibi, çalışanım size sözlü hiçbir hakarette bulunmadı ama siz az önce epeyi küfür sarf ettiniz." dedim.
"Kadın karşıma geçecek bana aptal aptal bakacak... Kızım diyorum bunun kırmızısı nerede diyorum, suratıma bakıyor!" deyip elindeki ayakkabıyı gösterdi.
Allah'tan şu an mağazada ondan başka müşteri yoktu. Çalışanların diğer ikisi de erken çıkmıştı.
"Ben o ayakkabının kırmızı rengi yok dedim ama ısrarla hanımefendi o rengi istediğini söyledi. Ben de bir an ne diyeceğimi bilemedim Hasret hanım. Ondan sonra kısık sesle başladı, ardından bana sesli bir şekilde küfürler yağdırmaya başladı, siz de duydunuz." dedi Ayten. Çalışanımın ismi Ayten'di.
"Vardı diyorum sana, bunun kırmızısı daha önce vardı. Ama kalkıp bitmiş demek yerine bu ayakkabının kırmızı rengi yok diyorsun. Karşısındakini aptal yerine koyuyor ya, resmen!" durduğu yerde kendisini yerden yere vuracak gibi zıplıyordu.
"Hanımefendi.." dedim, elimle ona sakin olmasını işaret ettim. "O ayakkabının kırmızı rengi gerçekten yok. Sanırım siz başka bir modelle karıştırdınız. Ama biz sizin bu hakaretlerinizi kayıt altına aldık, sizin de ne işletmeme ne de çalışanıma bunu yapmaya hakkınız va..."
Kadın beni böldü.
"Ya şu an beni yalancı çıkarmaya mı çalışıyorsunuz? Var diyorum size!" Alayla gülmeye başladı bunu söylerken.
Ayten'e döndüm. "Git o bahsettiğim modelin kırmızısını getir." dedim, Ayten gitti.
Kadınsa "Sen beni az önce tehdit ettin değil mi?" diyerek üzerime yürümeye başladı. Geri çekilmeden onun gözlerine baktım.
"Hanımefedi..." dedim. "Her gittiğiniz işletmede hakaret ediyor ve hır çıkarıyorsunuz..." Gözleri büyüdü. Sesim alçak ama tavrım otoriterdi.
"Nerede hır çıkarmışım ben..." dedi,
"Kendi hayatınızda halledemediğiniz şeylerin hıncını etrafınızdaki suçsuz insanlardan çıkaramazsınız.." dedim. Sesim hala alçaktı. Ayten ortalarda yoktu.
Kadın geri çekildi. "Ne diyorsun be.." dedi, sesi düşmüş, kızgın tavrının ateşi sönmüştü.
"Yaklaşık bir buçuk ay önce eşinizle mağazamıza gelip tartıştığınızı unutuyorsunuz herhalde. Siz sinirli anlarınızda kendinizi ve çevrenizdekileri unutuyor olabilirsiniz, ama onlar sizi unutmuyor. Ben de bugünü unutmayacağım, bundan emin olabilirsiniz.."
Alayla güldü, "Napacaksın, sen de mi mahkemeye vereceksin beni?"
Bir şey söylemeden bekledim. Gözlerine uzunca baktım kadının.
Az önce sesi epeyi kısık çıkmıştı. O sıra Ayten geldi. Elinde diğer modelin kırmızısı, mahcup ama saygılı bir ifadeyle yaklaştı yanımıza. "Bahsettiğiniz ayakkabı bu olmalı.." deyip ayakkabıyı kadınla ortamızda kalan boşluğa doğru uzattı.
Kadın ayakkabı yerine önüne baktı. Bir şey söylemeden arkasını döndü, giderken kafasını kaldırdı, düşük omuzlarını düzeltti ve hiçbir şey olmamış gibi mağazayı terk etti.
"Hasret hanım.." dedi Ayten, o gidince. "Ben şikayetçi olmak istiyorum."
Ona dönüp baktım, "Kayıtları çıkar.." dedim, "Bugün erken kapatalım, giderken karakola uğrarız."
*emre aydın - yalan
ŞİMDİ OKUDUĞUN
zaaf
Short Storytamamlandı ✔️ (texting içerir) *gözyaşların hala içimde bir yerlere dokunuyor ama artık gözlerimi dolduramıyor. bunun suçlusu sadece sensin hasret.* 1423 18723