Günlerimin birbirine benzemeye başladığını görmek üzücü aslına bakarsanız. Her gün mezardan farksız evimden çıkıyorum, aramaları görmezden geldiğim gibi aynaya bakmadan kapıyı kapatıyorum. Asansör aynasına bile bakmıyorum, kapının dışındaki camlardan bile kendimi izlemiyorum, arabaların yanından geçerken, mağazaların önünden geçerken, sokağın ucunda kalan o yuvarlak aynayı da geçerken.. Hiç. Kendime. Dönüp. Bakasım. Gelmiyor.
En son Serhan'la konuştum, bir daha buluşuruz demişti, onu bekliyorum. Beni uzun zamandır görmemiş birine kendimle ilgili ucu kırık gözlemler anlatmak için sabırsızlanıyorum. Sürekli gördüklerimle ise mantıksız bir biçimde az bir iletişim kurmayı tercih ediyorum.
Hamit beyle de öyle, Peri abla, Sueda, babam, ablam...
Hayatımı dolduran insanların çoğunun iş yerimden olması aslında.. Evet bu da üzücü bir ayrıntı. Anormal değil ama. Herkesin bitmek tükenmek bilmeyen bir hevesle kendisine döndüğü bir dünyada sürekli küçülen hayatların arasında benimki çok da göze çarpmıyor artık.
Kafeye girerken kendimi yorgun hissediyorum. Gece erken de uyumuştum aslında, niye böyle oldu diye kendimi sorgularken personel odasına, dolabıma ve en son kasa arkasına yollanıyorum. Kafamda bitmek bilmeyen soruların arasına "Beni ne yormuş olabilir"i de ekledim ya bravo bana.
Derken Hamit bey geliyor, dün gelen ürünlerin son kullanma tarihini kontrol edip etmediğimi soruyor. Kafa sallıyorum, tabii, diyorum ama kendimden emin de olamıyorum.
Ne hissettiğimden ne düşündüğümden asla emin olamadığım bir zaman diliminde yaptığım işi bile defalarca kontrol eder hale geldim. Halime üzülmüyorum değil. Halim hal de değil aslına bakarsanız.
Serhan'la en son Hasret'i konuşmuştuk ya. Orada takılı kaldı kasetim ve sardım sardım ilerletemedim. Bundan dolayı emin olmama hissi daha bir boğazıma dizildi ve ben tekrar ürünleri kontrol etme gereği duydum zihnimde. Oraya doğru ilerlerken gözüme bir şey takıldı.
Biri.
Sarı saçlarına toka geçirmiş, cam kapıdan girmek üzere olan Hasret.
Gözlerim ayrıldı. Üstümü başımı düzeltme hissiyatı belirdi içimde.
"Tarihleri kontrol etmem lazım... Tarihler, tarihler!" diye sayıkladım faydası olacakmış gibi. Beni görüp görmediğinden emin değildim. Gittim dolaba, o dağınık zihinle. Benim için geldiği ne belliydi?
Hamit bey ilgilenirdi.
Kaybolmalıydım ortadan ve şu kontrol meselesi iyi bir bahaneydi.
Dolu kafamla indim depoya. Can sıkıntısı, merak, yürek çarpıntısı, kavuşma arzusu... Adlandırabildiklerim bunlardı hislerimden. Ama hangisi ne kadar baskındı emin değildim.
Baktım sıra sıra ürünlerin tarihlerine, geçmiş olan yoktu hiç. Derin bir nefes aldım. Yukarıyı düşünmemeye çalışıyordum. Burada biraz daha oyalanmayı düşündüm. Ne kadar oyalansam o kadar...
Birinin adımı seslendiğini duydum.
"Cahit!"
Hamit beyin sesiydi.
"Cahit, bir müşteri seni soruyor, işin bitince gel!"
*-*-*-*
Garipti. Onunla karşı karşıya otururken garip hissediyordum. Benimle bir şey konuşacağını söylemişti. Ve gördüğüm kadarıyla o da garip bir ruh halindeydi. Gözlerinde kararsız bir ifade vardı.
"Nasılsın?" diye sordu, mavi gözleri hüzünlü de duruyordu.
"İyiyim," dedim. Gözlerimde hangi ifade gizliydi onu düşündüm. "Sen?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
zaaf
Short Storytamamlandı ✔️ (texting içerir) *gözyaşların hala içimde bir yerlere dokunuyor ama artık gözlerimi dolduramıyor. bunun suçlusu sadece sensin hasret.* 1423 18723