seni bulamamışken ben kayboluyorum* - [xvii.]

69 10 1
                                    

Uzunca bir süre konuştum içimde seninle. Sensizliği varlığının varlığıma değdiği zamanla mukayese ettim. Gözlerine bakmakla gökyüzüne bakmak arasındaki farkı tarttım durdum. Ne zaman içlensem hep seni andım, seni hatırladım. Neden dedim, neden böyle olduk? Kendi yanlışlarımı koydum önüme, parçalandım. Senin yanlışlarınla parçalanan yanlarımı topladım, baktım: bir bütün ediyor muyum, ona baktım durdum. Olanı ve olmayanı biçtim, biçtiğim elbiseye sığıyor muyum diye baktım aynaya: seni gördüm.

Küçük evim daha bir küçüldü bugün. Hasret'le görüşebilmek, konuşabilmek bahaneleri arıyorum sabahtan beri. İnanın ki, tatil günümü en işlek güne çeviren aktivite buymuş: düşünmek. Hunharca, sonu gelmezcesine ve çözüm bulamazcasına düşünmek. 

Geçen günkü konuşmamızın ardından günler geçti ama ben hala o andayım. Hasret'in karşısında oturmak uzun zaman sonra, zordu. Konuşacak çok şeyim var gibi geliyordu ama belirli konular dışında ağzımı açamadım. Lan, dedim... Göster dilinin maharetini. Ama olmadı.

O da yemini varmış gibi susup kalıyor zaten. Susma, diyeceğim. Bir gün diyeceğim ona ama yapamıyorum şimdilik. 

Telefonun ekranını açıyorum. Eski konuşmalarımıza giriyorum hızla. Çok konuşmamışız ama konuşmalarımızın genel teması belli: Hasret'in pişmanlığı ve Cahit'in gururu. Hani boşuna gurur yapmışım, keşke akışına bıraksaydım diyeceğim, o da olmuyor. 

Ne oluyor ki bu hayatta gönle göre? E tabi, sonuçta hayat.

Gözümü yumup duruyorum bir süre. Napayım, napayım?

Serhan'a yazmak geliyor aklıma. Gerçi acısı olan adama da bu konuda tavsiye sorulur mu? Bilmem. Ama şey demişti: Ne olursa yaz. İhtiyacın ne olursa.

Bu vaadin karşılığını vermeli, diyorum içimden bencil bir istekle. 

Ve yazıyorum.

Cahit:
Bana bir bahane ver.

Hasret'e ulaşabilmem için.

*anıl emre daldal - m.

zaafHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin