16. Bölüm

198 9 0
                                    

Arabadan indiğimizde takım elbiseli iki adam hızla yanımıza geldi.
Diğerine göre daha yaşlı olan adam samimi bir şekilde gülümseyerek Savaş'a elini uzattı.
"Hoş geldiniz Savaş bey." Savaş'da aynı samimiyetle adamın elini sıktı.
"Hoş bulduk Ahmet nasılsın? "
"Allaha şükür iyiyim efendim siz nasılsınız?"
"İyi. İşler nasıl gidiyo?"
"Gayet iyi efendim. Bu sene mağazalarımızın sayısı yaklaşık iki katına çıktı." Adam sözünü bitirince
bana bakarak gülümsedi.
"Sanırım Savaş beyin bahsetti hanım kızımız sizsiniz." İlk başta anlam veremeyerek bir Savaş'a birde adama baktım. Ne yani Savaş benden mi bahsetmişti. Benden niye bahsetsin ki? Savaş yüzümdeki şaşkınlığı görmüş olacak ki adamın sorusuna benim yerime cevapladı.
"Evet Ahmet ta kendisi." Adam bana tatlı tatlı gülümseyince gülümsemesine karşılık olarak bende gülümsedim. Savaş'a bu adama niye benden bahsettiğini sormayı aklımın bir köşesine yazmıştım. Yiğit'in sesiyle dikkatim dağıldı.
"Nasılsın Ahmet."
"İyiyim Yiğit bey siz."
"İyiyim saol." Yiğit parmağıyla Ahmet'in yanında duran uzun boylu oldukça yakışıklı çocuğu gösterdi.
"Arkadaş yeni mi?" Ahmet çocuğun sırtına hafiçe vurarak konuştu.
"Evet, oğlum Mert bu sene üniversiteyi bitirdi. Şimdide bana yardımcı oluyor. "
"Oğlunuz mu?" İstem dışı olarak ağzımdan kaçmıştı, hemen elimle ağzımı kapattım. Yani kim olsa şaşırırdı bu çocuğun, bu adamın oğlu olduğuna. Dışarıdan bakınca abi kardeş gibi görünüyorlardı.
"Pardon biraz şaşırdım da." Mert denen çocuğun yüzünde kocaman bir gülümseme oluştu.
"Sorun değil bu tepkiyi veren ilk kişi sen değilsin." Parmağıyla babasını gösterdi.
" Babam sanırım biraz genç görünüyor." Bu çocuğun sesi bir harikaydı. Uzun boyluydu ve yapılı bir vücudu vardı. Esmerdi ayrıca kısa saç kesimi yüzüne çok yakışmıştı. Eminim ki bu kadar yakışıklı olmasaydı bile bu ses tonu sayesinde oldukça kız tavlaya bilirdi. Zamansız çalan telefon sesi konuşmayı böldü. Aslına bakarsanız konuşma iyiki de dağıtmıştı, çünkü eğer çocuğa biraz daha dikkatli bakmaya devam etseydim salyalarım akacaktı.
"Kusra bakmayın hemen dönerim"
Ahmet bey mahçup bir şekilde özür dileyerek telefon görüşmesi yapmak için yanımızdan ayrıldı. Savaş'a baktığımda Mert'e sert sert bakıyordu. Bakışlarına anlam veremeyerek Mert'te döndüm.
Mert gülümseyerek elini bana doğru uzattı.
"Sizinle tanışmadık. Ben Mert mağazanın satış sorumlusuyum." Bana uzattığı eline karşılık olarak elimi tam uzatmıştım ki Savaş Mert'in elini benden önce sıktı. Ama normal bi sıkış gibi görünmüyordu, şey biraz sert sayılabilirdi. Mert'in yüz rengininde ani kırmızıya geçişi bunu kanıtlıyordu.
"Umut. Onun adı Umut." Savaş'a sinirle baktım. Hani çocukken biri adınızı yada yaşınızı sorarda anneniz yada babanız cevaplar sizde kendinizi değersiz hissedersiniz ya şuan benimde hissettiğim tam olarak buydu.
Mert'te olayı bozuntuya vermemek için gülümsemeye çalıştı. Çocuğun yakışıklı suratı domates gibi olmuştu. Ortamın gerginliği dağıtmam lazımdı yoksa Mert geri kalan hayatına tek elle devam edecekti.
"Can nerde ya görünmüyor ortalarda." Savaş nihayet elini çekmişti. Yüzünde de durumdan gayet hoşnut bir ifade vardı. Soruma Yiğit cevap verdi.
"Arabayı parketmeye gitti, gelir şimdi."
Ahmet bey konuşmasını bitirince yanımıza geldi.
"Savaş bey çok acil bir işim çıktı kusura bakmayın size bu gün Mert yardım etse olur mu." Savaş'ın az önceki yüzü bir anda yüzü düştü. Anlaşılan Merti pek sevmemişti.
"İşiniz çok mu acil?"
"Babanız aradı efendim. Diğer mağaza müdürleriyle küçük bir toplantı düzenleyecekmiş." Savaş isteksizce başını salladı.
"Tamam o zaman sen git. Yardım edecek başka kimse yok mu?" Savaş'ın Mert'i sevmediği belliydi ama sanki o daha çok belli etmeye çalışıyordu.
"Maalesef."
"Mecburen Mert yardım etsin o zaman." Mecburen yardım etsinmiş. Ah, bu çocuğun yine eğosu tavan yapmıştı.
"Elinden gelenin en iyisini yapacağından emin olabilirsiniz. Kendinize iyi bakın". Diyerek yanımızdan ayrıldı.
"Tamam o zaman görelim bakalım ne kadar iyisin. " Savaş sanki Mert'te bişey ispat etmeye çalışır gibi elimi tuttu. Ben elimi tuttuğu için ona hayretle bakarken o gözünü Mert'ten bir saniye bile ayırmadı.
"Buyrun bu taraftan." Mert eliyle yolu gösterdi.
"Yolu gayet iyi biliyoruz." Savaş Mert'te sert çıkışınca Mert havada ki elini indirdi. Savaş elimi çekerek yürümeye başladı. Elimi Savaş'tan kurtarmaya çalışıyordum ama eli santim kıpırdamıyordu. Savaş peşinden beni de sürükleyerek yürümeye devam etti. Mert'le Yiğit'de arkadan geliyorlardı Can'dansa hala eser yoktu.
"Savaş ne yaptığını sanıyorsun bıraksana elimi. Hem niye elimi tutuyorsun ki?" Savaş elimi tutarak yürümeye devam etti.
"Çok yavaş yürüyorsun biraz hızlan diye elini tutuyorum."
"Hızlı yürü demen yeterliydi elimi tutmana gerek yoktu." Savaş aniden durdu ve parmagını bir anlamında havaya kaldırdı.
"İşinin ilk kuralı, emirlerimi ve yaptıklarımı sorgulama, yap dediğimi yap, yapma dediğimi yapma, tamam mı?"
İlk iş kuralıymış sen şuna kölelik kuralı desene. Hem artık Savaş'ın yaptığı haraketlere anlam bulmaya çalışmıyordum. Ayrıca biraz para biriktireyim kendime başka bir iş bulurdum. O zamana kadar da biraz sabretmeliydim.
"Anladın mı?" Dediğininde olumlu anlamda başımı salladım.
"Duyamadım " bu çocuk beni sinir etmekten zevk alıyordu anlaşılan. Dişlerimi sıkarak konuştum.
"Anladım." Başını olmadı anlamında salladı.
"Anladım efendim ."
"Ne"
"Efendim demeyi unuttun diyorum. "
"Ne bide sana efendim mi demem gerekiyor?"
"Kural bir unutma." Ah saçma Savaş'ın saçma kuralı. Dişlerimin arasında konuştum.
"Anladım efendim."
"Aferin. " Savaş elimi bırakarak yürüme devam edince arkasında yerde oluşan gölsenin üzerinde zıplama başladım. Canlısına zarar veremiyorsan eğer bende gölgesinden hıncımı alırdım.
"Umut" bana seslenen Yiğit'e baktın.
Ne yapıyorsun der gibi bakıyordu. Yiğit'in yanında duran Mert'se sadece gülümsüyordu. Yiğit parmağıyla arkamı işaret ettiğinde yavaşça arkama döndüm. Savaş'ın sert bakışlarıyla karşılaşınca yüzümün anında kırmızıya geçtiğini hissedebiliyordum. Savaş hızla yanıma gelerek elimi yeniden tuttu.
"Anlaşılan küçük bir çocuk gibi sana göz kulak olmam gerekiyor. Mağazaya girdiğimizde hayretle etrafa bakındım. İçerisi dışından çok daha büyük görünüyordu ve mağazanın içerisi en az dışarısı kadar lükstü. Sarı saçlı, hafif toplu kız, yanımıza geldi.
"Hoşgeldiniz Savaş bey." Savaş kızın yüzüne bile bakmadan yürümeye devam etti. Kız Savaş'a öldürecek gibi öfkeyle baktı. Beyaz teni tamamen kırmıya döndü.
"Bakma sen ona o hep böyle uyuzdur"diye bağırdım. Kız bana şaşkınlıkla bakarken yüz ifadesi de biraz rahatladığını gösteriyordu. Savaş elimi bırakarak asansör düğmesine bastı ve duvara yaslandı.
"O hep uyuzdur ha. Patronunla böyle konuşmaman gerekmez mi?."
"Senin de bu kadar gıcık olmaman gerekmez mi?"
"Ben gıcık değilim. "
"Gıcıksın"
"Değilim"
"Gıcıksın hemde çok."
"Sende mızmızsın o zaman."
"Mızmız mı? Değilim tabikide."
"Öylesin"
"Değilim."
"Çocuklar kavganızı bölüyorum ama asansör geldi." Yiğit parmagıyla asansörü işaret etti. Gerçektende asansör gelmişti. Savaş yine elimi tutarak asansöre doğru çekiştirdi.
"Siz diğer asansörle gelin." Diyerek asansörün dördüncü kat düğmesine bastı.
"Dur, dur hayır . Alsaydık ya onlarıda yer vardı." Kapı kapandı ve asansör haraket etmeye başladı.
"Bu asansör iki kişilik" Parmağımla düğnelerin üzerinde ki beş kişilik yazısını gösterdim.
"Burası pek öyle söylemiyor ama." Savaş yazıya baktı ama yüzünde umursadığına dair en ufak bir belirti yoktu.
"Bakıyorumda haksız olduğunu kabul ettin."
"Haksız değilim."
"Ne demezsin. Haksızsın işte kabul et." Tam Savaş'a doğru bir adım atmıştım ki asansörün sallanmasıyla dengemi kaybedip Savaş'ın üzerine düştüm. Savaş'ta asansörün camına yaslanarak dengesini sağlamıştı. Çok yakındık, burnlarımızın arasında çok az bir mesafe vardı. Biz daha neler olduğunu bile anlamadan asansörün kapısı birden açıldı.
"Hoş.." Kızın gözleri sonuna açıldı. Kız hemen arkasını döndü.
"Kusura bakmayın ben sizi.. Yani şey bilmiyordum yani tahmin edemedim. Çok özürdilerim."
Ah kahretmesin zaten bir yanlış anlaşılmamız eksikti. Panikle Savaş'ın üzerinden kalmak için Savaş'ı iktirince ayağım takıldı ve yere düştüm. Savaş'ın dudağının biri yukarı doğru kalktı. Şuan biri beni öldüre bilir miydi? Yada kimse zahmet etmesin ben önce Savaş'ı sonra kendimi öldüre bilirdim. Savaş elini bana doğru uzattı.
"Hadi kalk." Savaş'ın elini umursamadan yerimden kalktım. Asansörden çıkarak bize hala arkası dönük olan kızın yanına gittim. Kız bana bişey ima eder gibi gülümsedi.
"Bak sen bizi yanlış anladın asansör sallanınca ben.." Kız elini omzuma koydu.
"Sorun değil. Siz daha gençsiniz olur böyle kaçamaklar, utanmanıza gerek yok." Utanmama gerek yok mu? Ben utancak bişey yapmadım ki. Yanlışlıkla çocuğun üzerine düştüm o da haliyle tutmuştu ve istem dışı olarak saçma bi pozisyon oluşmuştu aramızda. Hem bir dakika 'siz daha gençsiniz' nedir ya bu kız kendini kaç yaşında sanıyordu az çok aynı yaşta sayılır aramızsa en fazla 3-4 yaş vardı ve kız benimle 40 lık kadınlar gibi konuşmuştu. Oldu olcak bizim zamanımızda böyle şeyler olmazdı desin de tam olsun. Biri en yakın zamanda bu kıza genç olduğunu hatırlatmalıydı. Kız elini omuzumdan çekeret geriledi. Yüzündeki saçma ifadede yerini ciddiyete bıraktı.
"Aşkım bu taraftan." Savaş ne yapmaya çalışıyordu böyle, ben kız yanlış anlamasın diye uğraşırken o gelip aşkım diyordu. Savaş'a her zaman ki gibi sinirle bakım ama onun yüzünde yine o kendini beğenmiş gülümsemesi vardı.
"Şey ben yan taraftayım. Siz rahatınıza bakın." O kız az önce bana göz kırpmış olamazdı değilmi. Ah kahretmesin göz kırpmıştı ve yine bişey ima eder gibi gülümsemişti. Savaş'ın kolunu hemen omzumda çektim.
"Aşkım mı? Ne yaptığını sanıyosun sen." Gülümsesini büyütü .Sanki ben ne kadar sinir olursam bu çocuk o kadar mutlu oluyordu.
"Biraz eğlendim sadece." Gelde öldürme şimdi. Birazcık eğlendim miş ya git başka şeyler yaparak eğlen demi.
"Biraz eğlendin mi? Sen eğlendin diye az önce kızı bizi yanlış anladı farkındamısın. "
"İnsanların ne düşündükleri senin için neden bu kadar önemli ki."
"Önemli çünkü.. çünkü umrumda da ondan. "
"Her kez kendi düşüncesinden sorumludur bunu unutma. Şimdi beni takip et." Her kez kendi düşüncesinden sorumluymuşta bunu unutmamalıymışımda, demesi kolay tabi kolaysa gel bide bunu benim kas kafama dinlet kendini çok beğenmiş şey.
"Hadi, daha çok işimiz var hızlı ol."
Başımı sallayarak hemen peşinden gittim. Savaş koçaman bir mağazanın içine girdi. Bense halla mağazaya girip girmemek kobusunda kararsızdım.
"Umut gelmeyi düşünüyormusun." Aslında ne yalan söyliyeyim düşünmüyordum. Mağazanın özel kişiler için olduğu her halinden belliydi normal insanlar burdan çorap bile alabileceklerini sanmıyordum. Elimle Savaş'a gel işareti yaptım.
"Ne var?"
"Bi gelsene." Savaş of layarak yanıma geldi.
"Yine ne var . " Savaş'a yaklaşarak kulağına doğru uzandım. Parmaklarımın üstüne çıkmama rağmen tam olarak kulağına yetişememiştim. Aslında kısa biri sayılmazdım hatta normal bir genç kız boyundayım bile denebilirdi ama benim aksime Savaş birazcık uzundu.
"Savaş burası biraz şey gibi." Savaş kısa olmamla dalğa geçer gibi eğildi.
"Ne gibi." Yine çok yakındı, aynı asansördeki gibi yakın. Hızla geriye çekildim, tabi bu haraketim Savaş'ı daha çok güldürmüştü.
"Savaş burası çok pahalı gibi sana yeterince yük oldum zaten bide bana para harcama. Hem ben evden eşyalarımı.." Savaş elimden tutarak mağazanın içine doğru sürükledi.
"Tek kelime daha edersem evde ki bütün çamaşırı elinde yıkarsın haberin olsun." Hadi ya yıkatır mıydı cidden. Yok be ne yıkatıcak o kadar da vicdansız olamazdı yada olurdu. Kesinlikle olurdu bütün çamaşırları bana yıkatacaktı.
"Tamam tamam sustum, bak"elinle ağzıma fermuar çektim.
"Aferin." Bir iki dakika sonra Mert'le Yiğit yanımıza geldiler tabi arkalarından da söylenerek Can geldi.
"Neymiş efendim park yerinde öncelik bayanlara aitmiş de, medeniyetsiz öküzün biriymişimde." Biz hayretle Can'a bakarken Can daha soru sorulmadan duruma açıklık getirdi.
"Kızın biri yemek mi ne getirmiş. Küçücük motoru koca arabanın park yerine parketmiş. Çık diyorum çıkmıyo, sinir etti sabah sabah. " Can'ın öyle bi anlatımı vardı ki insan gülmemek için kendini zor tutuyordu. Can cebinden Cama benzer plastik bir parça çıkararak Yiğit'e uzattı. Yiğit'in yüzünde ki gülümseme anında düştü.
"Bu ne lan."
"Şey ben kızın motorunu düşünürünce o da arabanın farlarına tekme geçirdi. Sonuç pek iç açıcı değil."
"Ulan Can sana araba emanet edenin ben ta.." Savaş Yiğit'i uyarmak için öksürünce Yiğit sustu. Can omuzlarını silkti.
"Ne yapayım abi hem benim suçum mu? Kız cadaloz çıktı. Zaten üzerinde kolej forması vardı. Bende anlam veremedim kıza, kolejliysen niye paket teslimi yapıyorsun demi. Hem bu saate okulda olmalıydı çadaloz şey."
"Ulan Can kolejli gördün de niye canını okumadın." Can yine omuz silkti. Kolejli kurye he. Kolejli tek tanıdığım kişi Mine'ydi ama Mine'nin bu saatte burda ne işi vardı ki.

UMUTHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin