Bomboş sokakta sesi yankılanan minik damlalar kaldırımda eksik dizilmiş taşların olduğu kısıma birikmiş acımasız bir ayna meydana getirmişti. Gece, nemli kirpiklerinden ıssız aynaya düşen bir minik damlayı fark bile etmeden kendi yansımasına basarak öylece geçip gitti. Artık ayna olamayacak kadar dalgalanmış su birkintisinden siyah ve 40 numara olan postallarına sıçrayan çamurlu suyu her zamanki gibi pek de kaale almıyordu. Bir şeyleri umursamayı bırakalı o kadar çok olmuştu ki, ona sorsalar bu saatten sonra hiçbir şey onu üzemezdi.
Eski binasının önünde durup paslı kapısının anahtar deliğine anahtarını soktuktan sonra metal kapıyı ayağından fırlamak üzere olan postalın tabanıyla sertçe iterek açtı. Kapı sertçe duvara çarptığı için apartmanın loş koridorunda anlamsız bir yankı meydana gelmişti ve ardında iğrenç soluk sarı ışık yandı. Gece bıkkın adımlarla eski dar asansöre yöneldi ve bindikten sonra umarsızca üçüncü kat tuşuna bastı. Bu asansörün darlığı ona tabutu hatırlatıyordu. Ölümden korktuğu zamanları hatırladı, yaşamayı sevdiği zamanları... Bir gün ölmeyi dileyeceği hiç aklına gelmezdi. Başını aynaya yaslayıp asansörün tepedeki cızırdayan ışığına bakarken sessizce kendi kendine mırıldandı. "İnsanın sevdiği ölür mü..." boğazı düğümlenince devam edemedi. Üç yıl sonra bir insanın canı bir kişi için aynı yerden acır mıydı? Burnu aynı yerden sızlayıp boğazı aynı yerden düğümlenir miydi?
Göğsünden bir hıçkırık söküldü ve asansörün söndüğünü fark etmediği ışığı aniden yanınca bakışları kapıya kaydı. Yeni taşınan karşı komşusu öylece ona bakıyordu. Gece'nin sadece varlığından haberdar olup asla incelemediği çocuk siyah dövmelerle dolu kaslı kollarından biriyle asansör kapısını açmış öylece onun acınası haline bakıyordu. Boğazını hafifçe temizlemesiyle eşgüdümlü olarak Gece asansörden çıkıp kendi kapısına dönüp anahtarı deliğe sokma çabasına girişmişti. Çocuk ilgili bir sesle sordu "İyi misiniz?" Duyduğu sesle gece açmış olduğu kapının deliğinden anahtarı çekip deri ceketinin cebine attı ve arkasına dönmeden yorgun bir sesle cevap verdi. "Olamıyorum." Çocuk hemen lafa atıldı. "Yapabileceğim bir şey va..." daha lafını tamamlamasına fırsat kalmadan Gece devam etti. "Yapılabilecek bir şey olmadığı için zaten..." bunu derken kendisinden geri sadece sıcak anıların kaldığı soğuk evin koridoruna bakarak burukça gülümsemişti. İyi olamıyordu, olamazdı, olamayacaktı çünkü iyi olması için yapılabilecek hiçbir şey yoktu. Kötü bir üniversite sınavı notu, kötü bir iş, kötü bir yara... Çoğu şey düzeltilebilirdi ama en sevdiğiniz kişinin ölümü bu hayatta daha iyi yapılıp tedavi edilemeyecek yegane şeydi. Gece yavaşça eğilip bağcıklarını çözerken çocuk onu rahat bırakması gerektiğini anlamış olacak ki asansörün kapısı kapanmış ve aşağı indiğine dair bir ses duyulmuştu.
Gece ayağından çıkan kırk numara postalları nazikçe kutsal bir eşyayı tutar gibi ayakkabı rafına toz pembe topuklu ayakkabıların hemen yanına koydu. Üstündeki deri ceketi de aynı nezaketle çıkarıp portmantoya astı ve yatak odasına geçip üzerinde ne varsa çıkardıktan sonra dolabı açtı. Yarısında onun, yarısında uzun zamandır giymediği kendi kıyafetleri olan dolap... Onun büyük kırmızı ve içi yünlü kapüşonlu sweatshirtünü eline aldı. Gözünden bir damla yaş akıp ahşap parkeye düştü. Bu kıyafeti ona o almıştı ama sonrasında o kadar çok sevmişti ki onun giymesine karar vermişlerdi. Arkasında siyah renk havalı bir redbull baskısı vardı. Onu üzerine geçirdiğinde küçük bedeninde dizlerine kadar gelen bir elbise gibi durmuştu. Islak siyah saçlarını kıyafetin içinden çıkarıp sırtına attı. O saçlarını severdi, bu yüzden Gece ondan sonra hiç kesememişti saçlarını ama kurutamazdı da çünkü hep o kuruturdu saçlarını.
Yavaşça salona geçti ve defalarca üzerinde film izledikleri, uyudukları ve bir çiftin yapabileceği çoğu şeyi yaptıkları koltuğa uzandı. Yağmur arsızca cama vuruken aralarında geçen diyaloglar aklına geldi. "Kızımızın adı Yıldız, oğlumuzun adı da Yiğit olsun" demişti ona. O da huysuzlanıp başka isimler bulmaya çalışmıştı ama her isim birbirinden komikti. Burnu kızarırken mırıldandı. "Keşke bir kere daha fazla öpseydim seni..." Kapının çalmasıyla üç yıldır aralıksız olduğu gibi anlamsızca hopladı kalbi. Sanki o ekmek alıp gelmişçesine kapıya koşmak açtıktan sonra ekmeği elinden alıp içeri kaçmak istedi. Aslında şimdiki aklı olsa kapıyı açıp direk boynuna atlardı, bir adım ayrı vakit geçirmezdi ondan. Beyni gelenin o olamayacağını anlamıştı elbette o yüzden paytak adımlarla istemeye istemeye yürüdü kapıya. Kapıyı açtığında karşısında duran Can'ı çok da ciddiye almadan kapıyı arkasından açık bırakarak salona geçti her zamanki gibi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölmek Zorundaydım Sevgilim
ChickLitHayat boş ve yalnız bir yerdir, ta ki o kişiyi bulana kadar ve bir gün o kişi gittiğinde hayattan geriye kalan sadece boşluk ve yalnızlıktır.