Çocukluğuma...***
***
Ondan nefret ediyordum.
Kalbimi acıtacak kadar büyük bir şekilde nefret ediyordum hem de. Biliyorum, nefret çok güçlü bir duygu fakat ona hissettiğim şeye şimdilerde başka bir isim bulamıyorum. Düz ve basit: Nefret. Hissettiğiniz ilk andan itibaren sizin içinizi sinsi sinsi saran zehirli bir sarmaşık gibi. Beyninizin tüm kıvrımlarını, vücudunuzun sinir ağlarını ele geçirir, göz bebeklerinizden taşarak karşınızdakine yansır. Bazen anlık, geçici bir sinir şeklinde belirir bazen de ömür boyu sürer. Herkesin zehirli nefret sarmaşığının boyutu, nefretinin bittiği yerde belli olur. Sanıyorum ki benim zehirli nefret sarmaşığım, yüz yıllık bir ağaç gibi büyüdü, kökleşti, derinleşti ve ele geçirdi beni. Her açıdan.
Evet, ondan nefret ediyordum.
Aslında bu nefret büyümezdi, ufacık kalabilir, bir balon gibi sönebilir, araya giren koskoca yıllarda unutulabilir, gülüp geçilebilir, çocukluktu denilerek alaya alınabilirdi fakat bunların hiçbiri olmamıştı çünkü ona karşı duyduğum nefret hâlâ canlı ve taptazeydi. Anneme Kütahya gezisinde aldığım mavili kırmızılı çini işlemeli porselen vazosunu kırdığında mı ondan nefret etmeye başlamıştım yoksa nezaketen onu sokak arası oyunumuza aldığımızda kafamı yardığında mı? Bilmiyorum. Hatırladığım en net şey sümsük Hümeyra ile olan atışmamızda onun beni tanıyıp onu tanımadığı halde Hümeyra'dan taraf olmasıydı. Sanırım bu yüzden de nefret ediyor olabilirdim ondan. Veya kapımızın önüne ektiğimiz, gözüm gibi baktığım biricik ayçiçeğimizin çekirdeklerinden yediği için de olabilir. Fakat bana kalırsa, Kütahya gezisinden alınan mavili kırmızılı çini işleme vazonun kırılması, nefretin somut bir cam olup göğsüme batmasından ibaretti.
Çünkü o vazoyu anneme ben almıştım. Bayram harçlıklarımı biriktirmiş -ki o zaman Rahmi dedem hayattaydı ve iyi kazanç sağlamıştım o hayatta olduğu için- biriken tüm paramla da ona o lanet vazoyu almıştım. Neredeyse boyumcaydı o vazo, parayı verirken terli avuçlarımın içerisinde adeta yakmıştım kağıtları ama annem için değer diye düşünmüştüm. Sen kalk, küçücük yumurcakken annene o eşsiz çini vazoyu al, veled-i zinanın biri gelsin, naylon kırmızı topuyla kafa atarak dan diye cânım vazoyu saniyeler içerisinde tuzla buz etsin! Olacak iş değil, olacak iş değil!
Annem ne dese beğenirsiniz? Tam olarak şöyle: Olur yahu böyle şeyler, çocuktur, şş, kızmayın Türkay'ıma... Sırtı pat pat dövmeler, çenesini okşayıp çocuğu teselli etmeler. E anne bir de altın madalya taksaydın bari çocuğa vazoyu kırdığı için? Çok sinir olmuştum çok! Aşağıya kaçıp koyunlarımızın ahırına girmiş, samanların üzerine oturup ağlamıştım sinirimden. Sonra o gelmişti. Hemen toparlamıştım kendimi. Koyunlara bakmış, yüzünü buruşturmuş, bir eliyle burnunu kapatmıştı. Kokudan rahatsız olmuştu haspam! Şehir çocuğu tabii, ne bilsin ahırdaki bok kokusunu? El bebek gül bebek büyütülürken gördüğü tek bok ya sokaktaki kedi köpeğin bokudur ya da kendinin.