İçimde öyle bir yangın başlamıştı ki, ne dumanının zehrinden nefes alabiliyordum, ne de sağlam taraflarından tutup hayata devam edebiliyordum. En güvendiğim liman yıkılmıştı ve hala yolculuğumu tamamlayamamıştım. Onunla yaşadığım her anı artık mezarıma atılan toprak gibiydi. Aklıma düştükce beni daha derinlere gömüyordu. Yapabileceğim hiç bir şey yoktu. Ah vah edip kalan iki kaşık sabrımı da tüketemezdim. Günlük rutinim artık sabah zar zor uyanıp en iyi şekilde hazırlanmak, daha özenli görünüp güçlü durmaya çalışmaktan, işte telefonu kendimden 1 metre öteye fırlatıp gereğinden fazla çalışmaktan ve eve dönünce içim çıkana kadae ağlamaktan ibaretti. Hoş, telefonu fırlatmak neye yarardı ki? O kavganın sabahı ondan hiç bir şey göremeyince her yerden engellemiştim. Yani eminim aramamıştır, ama arasa da bilemezdim. İş saatlerini bildiğim için sabahları da, akşamları da evime hırsız gibi girip çıkıyordum.Bir defa bile uzaktan görsem, gidip dövüp içimin isyanını suratına kusabilirdim.
Aradan geçen 1 hafta ağır depresyon geçiriyormuşum gibiydi. Ne yediğimden, ne uyuduğumdan bir şey anlıyordum. Evdekileri de işte yoğun bir süreç geçirdiğime ikna edince çok bulaşmamışlardı, ama 1 hafta önce dünyanın en mutlu kadını olan evlatları şimdi yüzünde hüzün tabakasıyla ruh gibi dolaşıyordu evde. En azından ilişkimizi sadece anneme anlatmıştım da, bir de ailemin karşısında utanmamıştım. İlk günler sadece üzüntü, kalp kırıklığı diye tasvir edebileceğim duygular artık daha kötü hale bürünmüştü. Ondan nefret edebilirmiyim bilmiyorum, ama sanırım ona da çok az kalmıştı.
Yine eve koşar gibi gidip odama kapanınca kendime bunu daha fazla yapmak istemediğimi söylüyorum. Üzerimi değiştirince aşağı inip bizimkilerle televizyon izliyorum.
Babam her zamanki kanepesinden benim üzgün halimi hissetmiş gibi kalkıp yanıma geliyor.
"Güzel kızım, Güneşim. İşte bir sorun mu var?"
" Hayır, baba. Bitti artık, zor zamanları geride bıraktım. Şimdi tadını çıkarması kaldı."
Yalan değildi, artık üzülmeyi de kendime yasaklıyordum. Sadece çok canım acırsa ağlayabilirdim, ama hiç bir şeyden keyif almadan yaşamam en başta bana haksızlıktı.
"Tamam, ne oldu tatil konusu? Eğer bu hafta köye gidebilirsen, Asude de orada olacak. Gidip dinlensen iyi gelir sana belki?"
Elimi okşayan eline eğilip öpücük konduruyorum. Saçlarımı okşayan diğer eliyle de onlar için de bu bir haftanın çok zor geçtiğini anlıyorum.
"Olur, babam. Bu hafta gidebilirim sanırım. Köyü çok özledim."
Babanemin şuanda yaşadığı köy bize roplam 2 saat uzaktıkta olsa da, son 2 yıldır hiç gidip görememiştim. Şimdi eğer izin işini halledebilirsem, 1 hafta gidip tatil yapıp dönebilirdim.
"Ne için bu kadar üzülüyorsun bilmiyorum, ama yaşadığın şeyler, hissettiğin duygular bir hazine. Yarın seni hayata yine bunlar bağlayacak. On yıl geçtiğinde de cebinde tecrübe diye taşıyacaksın, emin ol. Ben inanıyorum, sen acı çeksen de, bu acıdan da bir ders alırsın. Aşkım benim."
Sarılmasına karşılık verip iki saniye önce verdiğim sözü çiğneyerek gözyaşlarımı omzuna akıtıyorum. Onun gurur duyduğu kızının gururuna biri çok güzel çamur atmıştı. Hayatı boyunca uzak durmaya çalıştığı insanların bile yapmayacağı haraketleri yakıştırmıştı.
İç çekmelerimi de omzumu sıvazlayarak dindiren babam yemeğin hazır olmasıyla ardına bile bakmadan uzaklaşıyor. Bu adamın naif kişiliği yemek söz konusu olunca tuzla buz oluyordu. Yaptığına gülüp ben de 1 hafta sonra ilk kez masaya iştahla oturuyorum. Annem gözlerimin halini görünce duraksıyor, ama hevesimi kırmıyor. Tıkabasa yemekle dolunca dinlenmeye odama çıkıyorum. Kitabımı alıp yatağıma geçince de uyuyakalacağım son 20 dakikayı da böyle değerlendiriyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MÜBTEDİ
RomanceÖnemli olan ne kadar sevdiğin değil. Önemli olan nasıl sevdiğin. Birini gök yüzünde süzülüyormuş gibi hissettiriyorsan gerçek sevgi bu. Yıllardır aynı kaldırımda yürüyüp,aynı çevrede büyüseler de Güneş hiç farketmedi Bekiri. Sonra yerinde söylenmiş...