Ertesi gün kahvaltıya indiğinde tüm aile masa başındaydı. Mete kahvaltı saatinde kalkmaya özen göstermişti. Bugün büyük gündü.
"Günaydın."
"Günaydın oğlum."
Yalnızca babası cevap vermişti. Annesi ve kardeşi ona hala kızgındı anlaşılan.
"Sizinle bir şey konuşmak istiyorum. Ben biraz kendime vakit ayırmaya karar verdim ve..."
Babası sözünü kesti.
"Her şeyi biliyoruz. Şu vazgeçemediğin yol merakın... Her zaman aklının bir köşesinde duruyor bu fikir. Bunu annen de ben de biliyoruz. Ben bu kez sana engel olmayacağım oğlum. Bunu ne kadar çok istediğini görüyorum, gözlerindeki heyecanı görüyorum."
Mete o kadar sevinmişti ki bunları duyduğuna ağzı kulaklarındayken babasına sımsıkı sarıldı.
"Teşekkür ederim... Ben... Beklemiyordum bunu."
Mete, annesine ve kardeşine döndü.
"Lütfen, sizden de aynı şeyleri duymak istiyorum. Yalvarırım üzmeyin beni. Bunu ne kadar istediğimi biliyorsunuz."
Gözleri dolmuştu Mete'nin, titreyen sesiyle devam etmeye çalışırken işaret parmağını odasının olduğu yöne doğrultmuştu.
"Odamdaki tüm o posterler, topladığım rehberler, okuduğum seyahat kitapları... Hepsi kanıtı değil mi bunun? Neden siz de birazcık anlayış göstermiyorsunuz? Şimdiye kadar sizi üzecek hiçbir şey yapmadım. Sizi arkamda üzgün bırakmak istemiyorum."
Annesi Mete'ye hiç beklemediği bir anda sarıldı.
"Bu kez engellemeyeceğiz, gideceksin. Ama tek bir şartla. Nereye gidersen git hep haberimiz olacak."
Kardeşine döndüğünde onun da artık kendisine küs olmadığını fark etti.
"Kitapların ve filmlerin benim olacaksa gidebilirsin."
Mete'nin gözyaşları kahkahalarına karışmıştı. Hepsine teker teker sarıldı. Ağlıyordu ama bu kez hüzünden değil. En son mutluluktan ne zaman ağladığını hatırlayamıyordu. Şimdiydi işte. Mutluluktan ağladığı an şimdiydi.
Telefondan sürekli aynı sesi duysa da ısrarla aramaya devam ediyordu.
"Ben Tuğçe. Lütfen mesaj bırakın."
"Tuğçe... Merhaba, bu kaçıncı mesajım bilmiyorum ama seninle konuşmam lazım. Son kez."
Mete koltukta oturmuş alnına dayadığı telefondan bir ses gelmesini bekliyordu. Telefonu çaldığında aceleyle cevapladı.
"Tuğçe?"
"Evet?"
"Bana kızgınsın biliyorum ama seninle..."
"Mete, telefonda halledemeyiz. Saat 2'de bizimkilerin mekânına gelir misin?"
"Tabi. Görüşürüz."
Mete, her zamanki gibi saatinde gelmişti, Tuğçe her zamanki gibi onu bekletiyordu... Geliyordu şimdi. Siyah saçları beline kadar bir şelale gibi pürüssüzce iniyordu. Mete en çok saçlarını severdi Tuğçe'nin, onun makyajsız halini neredeyse hatırlamıyordu. Kahverengi gözleri hep ışıl ışıldı. Manken gibi derler ya, öyleydi işte. Mete onu sevdiğinde böyle bir kız değildi. Makyaj yapmayı bilmezdi. Ne olduysa bir sene içinde olmuştu. Aşık olduğu Tuğçe çoktan ölmüştü.
"Hoşgeldin."
Tuğçe Mete'nin bardağın yanında duran eline uzandı.
"Tatlım... Tekrar başa dönmek istemiyorum unutalım, ben affettim seni."
'Affettim seni.' Mete'nin Tuğçe'den en çok duyduğu söz buydu. Hiçbir zaman özür dilemezdi. Buna biraz da Mete sebep olmuştu. Yaptığı hatanın farkındaydı.
"Tuğçe, ben buraya veda etmek için geldim."
Tuğçe boş gözlerle Mete'ye bakarken Mete boşta kalan elini Tuğçe'nin elinin üzerine koydu.
"Uzun bir yolculuğa çıkacağım. Çok uzun. Geri dönüp dönmeyeceğimden bile emin değilim."
"Bunun için benim de fikrimi alabilirdin."
Mete bir nefes alıp gülerek geri verdi.
"Bak... Bunu tartışmayacağım. Ben ayrılmak istiyorum."
Tuğçe, ellerini ve kaşlarını hiddetle havaya kaldırdı.
"Aşamayacağımız bir şey değil! Neden böyle davranıyorsun?"
"Sorun yok. Aşacağımız bir sorun yok. Sadece ben arkamda bekleyen insanlar olmasını istemiyorum. Yeni bir hayat..."
Tuğçe'nin sesi hiç bu kadar yüksek çıkmamıştı.
"Yeni bir hayat, ha! Bensiz mi?"
Mete sakinliğini korumaya çalışıyordu, başını aşağı yukarı sallarken gözlerini kısmıştı.
"Kimsesiz."
"Sen kararını vermişsin. Senin için mücadele falan etmeyeceğim."
Tuğçe işaret parmağını Mete'ye doğrultmuş, güneş gözlüğünü saçlarına itelemişti.
"Tuğçe yapma. Bunun olacağını sen de biliyordun."
"Evet. Farkındaydım ama bu kadar ani olmasını beklemiyordum."
"Beni hala seviyor musun?"
Tuğçe böyle bir soru beklemiyordu. Ne diyebilirdi ki? Gururu her şeyden önce geliyordu onun için. Sevse de seviyorum diyemeyeceği bir andı bu.
"Bilmiyorum. Ama ilk günkü gibi hissedemiyorum."
Mete başını hafifçe aşağıya eğdi.
"Peki. Öyleyse neyin kavgasını yapıyoruz?"
"Çünkü aşamayacağımız bir şey değil."
Mete elini boynuna koydu.
"Ben devam etmek istemiyorum. Lütfen. Ben sana aşıktım. Gerçekten, hiçbir dakikasında sahtelik yoktu. Ama son birkaç aydır bu soru aklımda. Ters giden bir şeyler var. İkimiz de büyüdük. Değiştik. İki sene önceki halimize aşık olduk biz, bu halimize değil."
Tuğçe biraz daha sakinleşmişti. Yanağından süzülen bir damla yaşı Mete baş parmağıyla yakalamıştı.
"Üzülmene dayanamam. Benim için hala çok değerlisin, hep öyle olacaksın. Lütfen beni anlamaya çalış."
Mete 'seni artık sevmiyorum' demenin yüzlerce yolunu kullanmıştı. Tuğçe de aynı düşüncedeydi aslında. Kafasında bitirdiği bir şeyi alışkanlıklarına zarar gelmesin diye devam ettirmeye çalışıyordu.
"Tamam. Ama bana burada veda etme. Akşama doğru size gelmek istiyorum. Birkaç şey getireceğim sana."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yol
Spiritualİnsanlar yollardan yalnızca evi özlediğinde nefret eder; yolcular ise yolları özlediğinde her şeyden...