Üçüncü Adım

687 54 4
                                    

Akşam görüşmek üzere ayrıldılar. Mete, kardeşim dediği Ahmet'in yanına giderken ayakları geri geri gidiyordu. Aslında onun haberi vardı bu yolculuktan. Ama veda etmek zor geliyordu Mete'ye. Ahmet, kucağında küçük kızı Azra'yla kapıyı açmıştı.

"Sonunda uyudu kerata."

Ahmet arka odadan gelirken Mete'nin çayını da getirmişti.

"Günlere de gidiyor musun bari?"

Mete kahkahasını bastırmak için çayından bir yudum alırken Ahmet yanındaki yastığı Mete'ye attı.

"Çay var elimde be!"

İkisi de gülümsüyordu. Oda bir süre sessiz kaldıktan sonra Ahmet sakince konuştu.

"Güler'in biraz işi vardı, birkaç saatliğine çıktı dışarı."

Mete bardağı masaya bıraktı, bir bacağını diğerinin üzerine koydu ve söze girdi.

"Ahmet, gideceğimden bahsediyordum ya... Yola çıkıyorum."

"Vay be! Sonunda gidiyorsun demek. Senin adına çok mutluyum. Unuttuğunu düşünmeye başlamıştım... Aslında sana evlen Tuğçe'yle, kır dizini otur derdim de..."

"Yollar... Hiç aklımdan çıkmıyordu ki."

"Sizinkileri ikna ettin yani... Peki Tuğçe?"

"Tuğçe'yle ayrılmaya karar verdik."

"Yapma be. Niye haber vermedin hiç oğlum, ne zaman oldu?"

Mete hızla kolundaki saate baktı.

"Bugün. İkimizin de aklında vardı aslında; birbirimize belli etmiyorduk hepsi bu. Hem arkamda yolumu gözleyen birini bırakmak istemiyorum. Bize gelecekti. Bana birkaç bir şey verecekmiş... Kalksam iyi olur."

İki eski dost birbirine sıkıca sarıldı. Ahmet, elini Mete'nin omzuna koydu.

"Tuğçe'yle ayrılmanız kötü olmuş, iyi kızdı. Ama ortak karar vermişsiniz. Hayırlısı... Senin bu yolları ne kadar istediğini biliyorum, kardeşim. Benden yana için rahat olsun. Veda değil bu. Beni habersiz bırakma."

Mete gülümsedi. Hiçbir şey söylemeseler de birbirlerini çok iyi anlıyorlardı.

Hızla evin yolunu tuttu. Sıcak bir yağmur hazırlıksız yakalamıştı onu. Sırılsıklam olmuştu. Eve vardığında Tuğçe onu odasında bekliyordu. Mete'nin kapıdan girdiğini görünce ayağa kalktı.

"Hatırlıyor musun? Bana ilk 'seni seviyorum' dediğinde de böyle sırılsıklamdın. Hoşçakal derken de..."

Tuğçe gözyaşlarını saklama gereği duymuyordu artık. Mete tek koluyla sarıldı kıza.

"Sen çok değerlisin. Bunu unutma. Bendeki yerin değişmeyecek. Ne zaman istersen yanında olacağım."

"Biliyorum... Sabahki çıkışım için özür..."

"Hayır, hayır. Hiçbir şey için özür dilemene gerek yok. Özür dilenecek bir şey değildi. Haklıydın, bir anda damdan düşer gibi söylememem gerekirdi."

Kız kendini geri çekti, ıslak gözleriyle çocuğa baktı.

"Birlikte çektirdiğimiz tüm fotoğrafları çıkarttırdım. Bir kutu dolusu. Hepsini yanında taşımasan da birkaç tane almanı istiyorum."

"Tabii ki."

"Birkaç bir şey daha var. Ben gidince bakarsın... Ne zaman yola çıkacaksın?"

"Sabah."

Tek kaşını kaldırdı genç kız.

"Bu kadar çabuk olacağını tahmin etmezdim. Pekala. Benim artık gitmem gerek."

Mete'nin elini tuttu.

"Her şey için. İki yıl için teşekkür ederim."

"Her şey için. Her saniyesi için teşekkür ederim."

Son kez sarıldılar birbirlerine. Kızı otobüs durağına kadar götürdü. Mete onunla sonunu hiç bu şekilde hayal etmemişti. Bir otobüs camının buğusu arkasında birbirlerini son kez gördüler. İkisi de garip bir şekilde huzurluydu. Mete eve dönüp kızın kendisine bıraktığı kutuya baktı. Bir sürü fotoğraf, birkaç mektup, küçük notlar... Mete bununla daha fazla oyalanamayacağının farkına vardığında saat gece yarısını çoktan geçmişti. Her şey hazırdı. Herkes hazırdı. Büyük yolculukla arasında sadece bir uykuluk vakit kalmıştı.

Güneşin ışıkları yüzüne vuruyordu. Saatin kesik kesik çalan alarmıyla uyandı. Bu sesi uzun bir süre duymayacak olması biraz içini burkmuştu. Odasına baktı dakikalarca. Onun sığınağıydı burası, evin en sevdiği yeri. Duvarları gitmek istediği yerlerin posterleriyle kaplıydı. 'Acaba ömrüm bu kadarına yeter mi?' diye düşündü. Şimdilik başlangıcı yapması bile olağanüstü bir mutluluktu onun için. Herkesle vedalaşmıştı, işinden ayrılmıştı, tüm internet hesaplarını kapatmıştı ve daha pek çok alışkanlığını geride bırakmaya hazırdı. Aşağıya inip kahvaltısını yaptıktan sonra ailesiyle son kez vedalaşma vakti gelmişti artık.

Mert... Kahverengi gözleri, dalgalı saçlarıyla bebekliğinden beri tam bir sevimlilik abidesiydi ağabeyine göre. Sert mizaçlıydı etrafa karşı ama Mete onun yumuşak karnıydı. Ağabeyine karşı hep hassastı. Onu izleyerek, onun arkasından giderek büyümüştü. Sıkıca sarıldı kardeşine Mete, saçlarını karıştırdı. Uzun bir süre bunu bir daha yapamayacak olması gözlerini doldurmaya yetmişti. "Odamdaki her şey sana emanet ufaklık. Onlara iyi bak."

Ayten Hanım... Saçlarına henüz aklar düşmemişti. Mete, mavi gözlerini annesinden almıştı. Ailenin tüm yükünü taşıyacak kadar güçlüydü. Şefkatli olduğu kadar sertti. Mete onun ilk göz ağrısıydı. Her zaman Mete'yi hayal ettiği şekilde yetiştirmeye çalıştı. Mete'nin de kendi istediğini isteyeceğini düşünürdü hep. Mete annesine sıkıca sarıldı, kokusunu derin derin içine çekti. "Merak etme anne, iyi olacağım. Söz veriyorum."

Muzaffer Bey... Saçlarına aklar düşmüş, kahverengi gözleri hep bir düşüncenin gölgesinde olan adam. Az konuşur, çok okur ve her zaman geçmişe duyduğu özlemi dile getirirdi. Yıllarca aileyi bir arada tutmak için çalışıp çabaladı. Öğretmendi. Oğulları her zaman onun için gurur kaynağı olmuştu. Babasına sıkıca sarıldı Mete. "Teşekkür ederim baba. Her şey için. Kendine dikkat et."

"Kendinize iyi bakın."

Araba ilerledikçe ait olduğu her şeyin kendisinden yavaş yavaş koptuğunu hissediyordu. Aslında bunun rahatsız edici bir his olması gerekirdi. Aksine, Mete her saniye daha da özgürleştiğini hissediyordu. Kendisi hakkında düşünüyordu. Sorgulamak... Hayatta becerebildiğini düşündüğü şeylerdendi.



YolHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin