Sekizinci Adım

447 37 7
                                    

"Sen de mi erkencisin?"

"Uyumadım."

Mete, kızın derdinin ne olduğunu anlamak istiyor ama kızın ona yardım etmekten çekindiğini görünce bundan vazgeçiyordu.

"Uyutmayacak geçerli bir sebebin vardır umarım."

"Sebebin uyutup uyutmayacak derecede olması göreceli bir kavramdır." Geceden beri bitirdiği paketin son sigarasından bir nefes çekip dumanını üfledi. Konuşmaya pek niyetli değildi.

"Seni zorlamayacağım ama anlatmak istersen yola çıkana kadar buralardayım."

Kız, Mete'ye dönüp gülümsedi.

"Teşekkür ederim. Ama senin bana üzülmen beni daha çok üzer."

Mete kızın ne kadar şefkatli olduğunu düşündü. Hangi insan bir iki haftadır tanıdığı birisi hakkında bu kadar sevecen olmayı başarabilirdi ki?

"Yağız ile mi ilgili?"

Eyşan ne güzel unutmuştum diye düşündü. Şimdi yine neden hatırlatmıştı ki?

"Tamam. Çok vakit geçirmedik ama ikinizi de sevdim ben. Yağız da oldukça iyi biri, belki bir şans verebilirsin."

Mete'nin Eyşan'la bu konuyu konuşmaması gerekiyordu. Yağız'la böyle sözleşmişlerdi. Sözünün aklına sonradan gelmesinin verdiği rahatsızlıkla huzursuzca kıpırdanıp içten içe kendisine kızdı.

"Kalbinde, aklında başkası varken sana değer veren birini boş umutlarla kandırmak ne kadar doğru?"

Mete asıl merak ettiği soruyu sormalı mıydı? "Neden öyle bir cevap verdin?" demeli miydi? Yoksa verdiği sözü tutup daha fazla ileriye gitmemeli miydi? Ne Mete soruyu sordu ne Eyşan cevabı söyledi.

"Neyse, daha fazla özeline girmek istemem açıkçası. Ama seni dinleyecek bir kulağım her zaman var."
Bunu derken de işaret parmağıyla sağ kulağına dokundu. Bu, Eyşan'ı gülümsetmişti.

"Teşekkür ederim."

Yola çıkma vakti gelmişti. Yaklaşık bir hafta sürecek bireysel yolculuklar için herkes heyecanlıydı. En çok Mete heyecanlıydı; kendisine göre bu matematiksel bir kesinlikti. Bunun için yıllarca beklemişti. Kim ondan daha heyecanlı olabilirdi ki? Toplu kahvaltıdan sonra herkes birbiriyle vedalaşmıştı. Yağız ve Eyşan hariç. Mete, kendisini bekleyen yolda yürürken arkasında bıraktığı insanlara son kez dönüp baktı. Önünde uzanan yola bakarken selam etti gezginlere; yolda ölenlere de geri dönenlere de. Hepsi onun için öğretmendi. Hepsiyle sohbet ederdi zaman zaman, dönüp dönüp maceralarını okurdu. Hepsini anlıyordu şimdi, hepsini duyuyordu. Alkış tutuyorlardı belki aralarında "İşte bu sensin!" diye. Gururlanıyordu Mete, hayallerini gerçekleştirmenin verdiği huzurla ve emin adımlarla yürüyordu.

"Merhaba küçük dostum!"
Küçük bir kuşun yanından geçerken ona da selam verdi. Yıllar önce okuduğu kitabın hiç unutmadığı dizelerini mırıldandı adımlarını hızlandırırken.

" Yol hiç bitmez, uzar gider

Başladığı kapıdan

Az gittik uz gittik ama

Gücüm yettikçe yola devam

Bacaklarım yorulsa da

Yürürüm varana dek anayola

Yollarla işler birleşir orada

Bilmem yolculuk sonra ne yana "

Güneşin batışını izlemeye karar verip daha fazla ilerlemedi. Çadırını kurup yüzünü batan güneşe çevirdi. Yemeğini yedikten sonra el fenerini ve defterini eline aldı.

"İşte buradayım! Doğanın içinde, doğanın bir parçası. Olmam gereken yerdeyim. Ve yalnız başımayım. Gezginlerin kaderi bu. Yolları yoldaş edinenlerin kaderi bu. Hayır, kesinlikle pişman değilim. İçimde tarif edilemez bir huzur var. Yolumun sonunun neresi olduğunu görememek, bir sonraki yolun ne olduğunu bilmemek, plansız ama kararlı olmak harika bir duyguymuş. Bunu hissetmek için bu kadar beklememeliydim. En büyük hatayı burada yaptım. Her yerde insanların karmaşık ilişkilerine rastlıyorum. Yine oldu. Yağız, Eyşan falan filan derken asıl mesele aklımdan çıkıp gidecekti neredeyse. İnsanlar, diyorum... Çok şey kaçırıyorlar. Şu manzarayı izlemenin verdiği tarifsiz hazzı orada burada vakit geçirip birbirlerini şımartarak yaşamaya çalışıyorlar. Ama gerçeği göremeyecek kadar körler; bir zamanlar benim olduğum gibi."

Kalemi elinde evirip çevirdi ve yazmayı bırakıp çadırın içinde uzandı. Yolun sonunun neresi olacağını düşünüyordu. Kamptan sonra nereye gidecekti? Eve geri dönüp yeniden yola mı çıkmalıydı? Yoksa eve hiç dönmeden uzaklara mı atmalıydı kendini? Kızılok ne kadar da haklıydı şarkısında kendine geç kalışlarını sorgularken; Mete'de yıllarca bunu yaşamıştı. Kendini ertelemekten vazgeçene kadar tutsak bir bedene hapsolmuş özgür ruhunu orada burada oyalamaya çalışmıştı. Yarınını düşünmeden hareket etmenin verdiği tarifsiz özgürlüğü iliklerine kadar hissediyordu şimdi. Evet, buna değerdi.

Kolundaki saate fenerle bir kez daha baktı. Gecenin geç saatlerine kadar oturmak gibi bir alışkanlığı yoktu aslında. Neredeyse güneş doğacaktı. Tulumuna girip çadırının fermuarını kapattı.

Yine evindeydi. Yine çok mutlulardı ve yine büyükannesi elindeki fotoğrafı gösterip heyecanla işaret ediyordu. "Bak, buradasın."

Ertesi gün uyandığında bu kadar fazla uyumasının anormalliği üzerinde düşünecek kadar berrak bir zihne sahip olmadığını fark etti. Çadırını açtı. Yediklerinden birinin dokunmuş olma ihtimali bile duyduğu tarifsiz acıyı düşünmesinin önüne geçemiyordu. Ensesinden vücuduna doğru yayılan elektrik dalgaları gibiydi. Kalbinin atışının hızlanışları onu daha da korkutuyordu. Elleri titriyordu, çantasından aldığı ayna ensesine bakabileceği boyutta değildi. Sinirle ve çığlıkla aynayı dışarıya fırlattı. Korkuyordu. Dışarı çıkacak gücü kendisinde bulduğunda açık havanın kendisini iyileştirebileceğini düşünmüştü, belki psikolojik bir şeydi. Acı gittikçe dayanılmaz hale gelirken son düşündüğü yardım cihazının tek çıkış yolu olduğuydu. Çantasını tepetaklak etti. Her şeyi etrafa dağılmıştı. Hepsini teker teker inceledi. Cihazın olması gerektiği yere defalarca baktı. Tekrar ve tekrar. Cihazı bulması zaman almıştı. Yardım çağrısı için cihazı açtı. Açamadı. Açmaya çalıştı. Açılmadı. Pillerini kontrol etmek için kapağı açtığında olmayan pilleri kontrol etmeye çalıştığını gördü. Yedek pillerini Eyşan'a ödünç vermişti. Keşke yapmasaydı. Ondan daha çok ihtiyaç duyuyordu şimdi. İhtiyaç duyacağı son şeyin de bu olduğunu düşündü.

"Yardım edin! Yaralıyım!"

Çığlıkları gittikçe cılızlaşıyordu. Görüntüler bulanıklaşıyordu. Nefes alıp vermek hiç bu kadar zor olmamıştı onun için. Aslında ne kadar basitti değil mi? Gün içinde farkında olmadan yaptığı bir şeydi bu. Şimdi ne kadar da farkına varmıştı bir tek nefesin. Ve ne kadar da canını yakıyordu onsuz kalmak. Elinden gelen son şeydi yere uzanıp gözlerini gökyüzüne dikmek ve bulutlara bakmak, sonra da karanlığa.

YolHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin