Dördüncü Adım

642 49 4
                                    

Mete... Yirmi beş yaşında. 1.85 boyunda. İnşaat mühendisi. Ya da sadece bölüm mezunu. Mesleğini büyük umutlarla seçmişti aslında. Doğayla barışık yapılar yapmaktı amacı. Öyle her yerdekiler gibi değil. Farklılık istiyordu. Ama bu konuda da hiçbir şey istediği gibi gitmemişti. Kahverengi saçlarından alnına düşen bir tutam hiç eksik olmazdı, eliyle onu yana atmaktan garip bir şekilde hoşlanırdı. Mavi gözleri, biçimli kaşları vardı. Güldüğünde belirginleşen, kendi tanımıyla 'belediye çukuru' gibi görünen gamzeleri vardı. Oldukça yumuşak mizaçlıydı, zor sinirlenirdi ama sinirlendiğinde neler yapabileceğini kimse kestiremezdi; kendisi bile. Az konuşur, çok düşünürdü. Bu yönünü babasından aldığını söylerdi hep. Bir şeyler yazmak onun için nefes almak gibiydi. Bir şeyleri birkaç cümleyle anlatmaktansa sayfalarca yazarak anlatmayı tercih ederdi. Yolun bir kısmında kendisini düşündü. Bu zamana kadar yaptıklarının bir kısmıyla ilgili kendini hesaba çekti. Doğrusuyla yanlışıyla bu yaşına gelmişti ve ilk kez aldığı bir karardan bu kadar emindi. Sonuçlarını düşünmüyordu, ne olursa olsundu. İyi ya da kötü. Hepsine hazırdı. Hepsini kabullenmeye hazırdı.

Otobüs yolculuğundan sonra kamp alanına gitmek için otostop yapmıştı. Arabadaki adam yarım saatlik yol boyunca siyaset konuşmuştu. Mete de ne ilgilenirdi ya! Aslında adam kamp alanına kadar gidecekti, Mete adama güvenip çantasını kamp alanının kapısına bırakmasını istedi. Adamın bırakıp bırakmayacağından emin değildi. Ama risk almak istiyordu. Bir şeyleri garantilemekten vazgeçmesi gerektiğini düşünüyordu. Adama teşekkür edip bir miktar parayı zorla kabul ettirdi. Arabadan inip kalan yolu koşarak tamamlamaya karar verdi. Kampın kapısına varana kadar nefes nefese kalmıştı. Koşmanın hissettirdiği özgürlükle gürültülü bir kahkaha attı. Kapıdaki adam Mete'ye garip garip bakıyordu.

"Bu çanta sizin mi?"

Adam çantayı sağ salim bırakmıştı. Mete konuşamayacak kadar yorgundu. Çantayı alıp adama başıyla selam verdi. Kamp merkezine doğru gidip kaydını onaylattı. Birkaç haftasını bu kampta geçirecekti.

Sonrası?

Kendisi de bilmiyordu. Yol onu nereye götürürse.

Kalabalığın olduğu tarafa yöneldi. Yine kalabalıklar... En azından bu kez kendisi gibi insanlar vardı çevresinde, gökyüzüne baktığında aynı duyguları hissettiği insanlar. Yavaş yavaş kalabalığa yaklaştı. Tanışmalarda pek iyi sayılmazdı kendine göre. İlk adımları atan adam olmayı bir türlü becerememişti. Öylece durup çevresindekileri izledi. Bir grup şarkılar söylerken biraz daha ötedekiler hararetle bir şeyler hakkında konuşuyorlardı. Belki eğlenceli olur diye yavaş yavaş kalabalığın içine doğru yürümeye devam etti. Sonra öylece durdu, sadece baktı. Sorgulamıyordu, düşünmüyordu, sadece bakıyordu.

"Hoş geldin. Yenisin galiba?"

Soluna döndüğünde esmer, ufak tefek, kulaklığını boynuna indirmiş bir gençle karşılaştı.

"Teşekkürler. Yeniyim. Siz?"

"Buralıyım ben aslında, kampta yeni sayılmam. Daha önce çok kez turlara katıldım. Yine katılacağım ama bu kez oyunun kuralları değişecekmiş."

Mete, kaşlarını çatıp kayan çantasını omzuna yeniden yerleştirdi.

"Ne oyunu?"

Çocuk, Mete'nin omzuna elinin içiyle iki kez vurdu, teneke kutudaki enerji içeceğinden bir yudum alıp arkasını döndü.

"Aramıza hoş geldin."

Mete'nin hoşuna gitmişti çocuk. Biraz enteresan bir tip diye düşündü kendi kendine. Ama iyi biri gibiydi. Kısa süre içinde etraftakilerle tanıştı, çoğunun adını daha akşam olmadan unutmuştu. Akşam topluca yemek yediler. Daha sonra kamp görevlileri herkesin meydanda toplanmasını istedi. Uzun boylu ve yapılı bir adam basamakların üzerinden seslendi.

"Merhaba arkadaşlar. Hepiniz hoş geldiniz. Bu yıl Sergüzeşt Kampı'mız onuncu yılını kutluyor."

Her yerden çığlıklarla alkışlar koptu. Mete, çevresine bakıp başını sağa sola sallayıp gülümsedi ve o da alkışladı. Ortama uyum sağlamak ekip çalışmalarının altın kuralıydı ne de olsa.

"Bu sene oyun kurallarında değişiklik yapıyoruz. Bu senenin teması "Issız", yani yalnız olacağız. Yolculuğun ilk kısmında isteyenlerin yanında ekiplerimiz yine olacak. Ama bir süre sonra yeniden toplanıp ekipleri dağıtacağız. Aramıza yeni katılan arkadaşlarımızı ilk yolculukta tecrübeli arkadaşlarımızın yanına vereceğiz. Sonra herkes kendi başının çaresine bakacak. Anlaştık mı?"

Yine herkes neşeyle alkışladı. Mete hariç. Doğada yalnız başına kalma fikri oldukça heyecan vericiydi ama ilk yolculuğunda böyle bir olayla karşılaşacağını hiç ummuyordu. Esmer çocuk yine yanındaydı.

"Endişelenme. Seni takımıma aldırırım."

Omuzlarını kibirle kaldırıp indirdi.

"Çaylaklar benim uzmanlık alanım."

Mete güldü.

"İlk olduğunu nereden biliyorsun?"

Çocuk tek kaşını kaldırıp başını eğdi.

"Sana burada eskiyim derken şaka yapmıyordum, Mete."

Mete ellerini şaşkınlıkla havaya kaldırdı "pes" dercesine, adını nereden öğrendiğini merak ediyordu.

"Anketini okuyan bendim, seni buraya alan da. Ben Yağız."

Mete elini uzattı.

"Ben de, sizin söylediğinize göre, Mete oluyorum."

Yağız güldü, tokalaştılar. Akşamın ilerleyen saatlerinde koyu bir sohbete daldılar.

"Senin anketinde diğerlerinden farklı bir şeyler sezdim. Sen de benim gibisin. Yollara âşıksın."

Yüzünü kalabalığa döndü, çenesiyle onları işaret etti.

"Şunların çoğu vakit öldürmeye geliyor. Bakma böyle göründüklerine."

"Sen kaç senedir buralardasın?"

"18 yaşımdan beri dersek... 10 sene."

Mete'nin gözleri kocaman açıldı.

"Kaç yaşındasın ki?"

"28. Ama senin hatırına 22 olsun."

Mete güldü.

"İnan bana, senin için taş çatlasa 22 diye düşünmüştüm."

Yağız güldü.

"Öyle derler genelde. Doğa insanı gençleştiriyor kardeşim."

Kampta birkaç gün kaldıktan sonra Mete için yola çıkma vakti gelmişti. Yağız daimi üye hatta neredeyse kurucu üye sayıldığından ve tecrübesinin ona verdiği yetkiye dayanarak istediği kişileri yanına alabilme imkânına sahipti, karşıdaki de bunu isterse. Mete, ikisinin gideceğini düşünürken birden bire yanlarında kumral bir kız belirivermişti. Yine mi kalabalıkların içine düşmüştü?

"Mete, sizi tanıştırmadım değil mi? Bu Eyşan, iki senedir bizimle. Eyşan, bu da Mete... Çaylak."

Eyşan gülümsedi.

"Sen ona bakma, kendisi sanki yolcu olarak doğdu."

Mete gülümsedi.

"Memnun oldum."

Zoraki bir gülümsemeydi Mete'ninki. Artık yola çıkmak için sabırsızlanıyordu. Çantalar ağzına kadar doluydu. Alınması zorunlu malzeme listesi oldukça kabarıktı. Ne de olsa kendi sorumluluklarındaki insanlara bir zarar gelmesini göze alamazlardı. Mete, yeterince dolu olan çantasının iyice ağırlaşmasından yakınarak hazırlandı. Son hazırlıklar yapıldı. Ekipler seçildi. Toplanma yeri ve zamanı kararlaştırıldı. Mete yola çıkmadan önce ailesin aradı, bir süre kendilerini arayamayacağını söylemesi onları biraz huzursuz etse de yanında birilerinin olacağından bahsetmesi onları sakinleştirmesine yardımcı olmuştu. En azından yolun bir kısmında yanında birileri olacaktı. Yani yalan söylemiş sayılmazdı, kendini böyle teselli etti. Bu hayatının "en her şey" günüydü. En güzel, en gergin, en heyecanlı, en meraklı ve daha içinde pek çok en barındıran bir gündü. Ekip arkadaşlarıyla beraber tüm eşyalarıyla yola çıktı. Ve işte, artık doğanın kucağındaydı.

YolHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin