Altıncı Adım

458 43 5
                                    

"Biraz konuşabilir miyiz?"

Eyşan içeri girdiğinde Mete'nin gitmeye hazırlandığını fark etmekte geç kalmamıştı.

"Bu kadar çabuk mu? Bu kadar kolay mı pes edeceksin?"

"Pes etmek değil. Artık istemiyorum."

"Ne demek istemiyorum? İstiyorsun! Ben bunu senin gözlerinde görebiliyorum Mete."

Bir sonraki tişörtünü katlayıp çantasına attı.

"Beni benden daha iyi tanıyamazsın."

"Evet tanıyamam. Ama ne istediğini anlayabilirim."

Eyşan, 1.85'lik Mete'yi omzundan tutup kendisine çeviremezdi ama ellerini tutabilirdi. Tam konuşmaya başlayacağı sırada Yağız içeri girdi. Mete ve Eyşan'ı el ele görmenin şaşkınlığıyla bir Mete'ye bir Eyşan'a baktı. Eyşan ellerini hemen geri çekti. Mete kızın elini tutmamıştı bile.

"Sonra gelirim."

Yağız arkasını dönüp çıkmıştı. Mete hiçbir şey söylemeden çantasını toplamaya devam ediyordu. Yağız'ın gördüklerini yanlış anlamış olması bile hiç umurunda değildi. Hiç giymediği tişörtünü yeniden katlamak için açtığında içinden bir kağıt düştü. İkisi de kağıda bakıyordu. Mete eline alıp dörde katlanmış kağıdı açtı. Bu bir mektuptu.

"Eyşan, sonra konuşalım mı?"

Eyşan ikinci kez geri çevrilmenin verdiği üzüntüyü sesinden silememişti.

"İki seferdir beni geçiştiriyorsun. Ben özür dilemek istiyorum. Seni bir daha rahatsız etmem ama sadece özür..."

Mete, elini havaya kaldırıp kızı susturdu.

"Tamam Eyşan. Gerçekten, sorun yok. Sana kızgın değilim, kafam karışık biraz. Şimdi izin verirsen biraz kendimi dinlemek istiyorum."

Mete kıza olabildiğince kibar davranmaya çalışıyordu ama bunu zorlukla yaptığını da saklayamıyordu. Eyşan, daha fazla bir şey söylemek istemedi. Özrünü dilemişti nasıl olsa. Yapabileceği bir şey kalmamıştı o da evden çıktı. Mete de elinde beklettiği kağıdı açıp okumaya başladı.

"Merhaba Mete. 

Yola çıkacağını öğrendim. Bu uzun süredir kötü giden hayatımı güzelleştiren bir haber oldu. Annenin seni benimle olabildiğince az görüştürmeye çalıştığını hatırlıyorum. Aslında haksız da sayılmazdı. Sana yolları nasıl özendirdiğimi hatırlıyorum. Gittiğim yollara ait fotoğraflara saatlerce baktığımızı, senin her fotoğrafın hikâyesini öğrenmeye duyduğun hevesi hatırlıyorum."

Mete'nin gözünden damlayan bir damla yaş mektuptaki imzayı ıslatmıştı.

"Hatırlar mısın bilmem. Benden sürekli seni yanımda götürmemi isterdin. İnan bana bunu ben de isterdim. Annenin beni sevmeme nedenlerinden birisi de bu galiba. Seni ondan koparmaya çalıştığıma dair doğru olmayan bir düşüncesi vardı. Ama benim bunu isteme sebebim senin gözlerindeki doğa aşkını görebilmemdi. Annen ise bunu göremiyordu. Eminim senden ayrılırken bile bunu hissetmemiştir."

Mete gözyaşlarıyla sırılsıklam olan yüzünü, gözyaşlarıyla ıslanan eliyle beceriksizce kurulamaya çalışıyordu.

"Şimdi geçtiğin yollardan ben de geçtim. İlk başlarda zorlanacaksın. Çok zaman vazgeçmek isteyeceksin. Kendine lanet okuyacaksın. Çantanı sırtına takıp geri dönmek için yola çıkacaksın. Ama sen bir gezginsin. Bu senin kanında var. Benden geçmiş olmalı. Her ne olursa olsun geri döneceksin. Eve geri dönsen de aklın yollarda kalacak. Bu yüzden vazgeçme. Yaralar geçicidir, hayaller değil. Hayallerinden asla vazgeçme. Evet, bu belki hayatını paramparça edebilir... Tıpkı benimki gibi. Ama hayallerinden vazgeçmemenin verdiği muhteşem özgürlüğü bir kez hissettiğinde tüm yaraların kapanır. Bunu unutma. Ve en çok zorlandığın zamanlarda kendindeki gücü keşfedeceksin. İşte bu sana seni öğretecek. Haberlerini bekliyorum. Bana bir mektup ve bir fotoğrafını göndermeni istiyorum. Seni gerçekten özlediğimi bu mektubu yazarken daha çok hissettim. Kendine ve hayallerine iyi bak. Hoşçakal.

Feride."

Mete elindeki kağıdı yavaşça yatağın üzerine bıraktı. Ellerini yüzüne bastırdı. Gözyaşlarının daha fazla akmasını istemiyordu. Bir kağıdın aldığı kararı değiştirmesi ne kadar da tuhaftı. Mektupta doğrular yazıyordu ve hiç olmadıkları kadar doğruydular. Mektup çantasına Mert'in aracılığıyla girmişti muhtemelen. Annesi ya da babasının eline geçmiş olsaydı cümleler Mete'ye ulaşmadan küle dönerdi çünkü. Feride. Ne çok şey çağrıştırıyordu bu isim. İlham aldığı kadındı Feride. Olmak istediği kişiydi. Arkasından gitmek istediği kişiydi. Ona yolları sevdiren kadındı. Mete'yi dizine oturtur saatlerce gittiği yerler hakkında konuşurlardı. Mete hatırlıyordu, her ayrıntıyı hatırlıyordu. Her fotoğrafın hikâyesini şu an bile eksiksiz anlatabilirdi. Üzerinden onca yıl geçmiş olmasına rağmen bunu yapabilirdi.

Kendine gelebilmek için bir süre oyalandıktan sonra evin dışına çıktı. Herkes hayatından oldukça memnundu. Bir şeyler konuşanlar, oyun oynayanlar... Dışarıda her şey yolundaydı ama Mete'nin içinde fırtınalar kopuyordu. Ne kadar da güçsüz olduğunu düşünüp kendisine acıdı bir süre. Yıllardır hayalini kurduğu şeyden neredeyse vazgeçecekti. Bu kadar kuvvetsizdi işte. Hevesi yorgunluğunun altında ezildikçe yok oluyordu. Yeniden içeriye girdi. Eline bir kalem ve günlüğünden yırttığı bir sayfayı alıp yatağın başına oturdu. Kağıdın altına bir kitap koydu ve yazmaya başladı.

"Büyükanne...

Senden mektup almanın beni nelere ikna ettiğini tahmin edemezsin. Mektubun elime öyle bir zamanda geçti ki; kader, rastlantı... Nasıl yorumlarsan artık; daha uygun bir zaman olamazdı. Yollardayım. Tek pişmanlığım bu yola seninle çıkabilecek kadar erken başlamamış olmak. Kötü olmaktan bahsetmişsin ama umarım şu an iyisindir.

Yollardayım... Yolun bundan sonraki kısmına yalnız devam edeceğim, aramızda kalsın... İlk kez böyle bir tecrübe yaşayacağım için oldukça heyecanlıyım. Ama biraz da çekiniyorum. Yeteri kadar teorik bilgiye sahibim ama pratikte kusursuzca uygulayacak kadar değil. Benim için dua etmeni istiyorum. Dönüşte evden önce sana uğrayacağım. Ve fotoğrafları anlatan kişi bu kez ben olacağım. Seni çok özledim.

Mete."

Mektubun yanına Tuğçe'nin verdiği fotoğraflardan birini koydu. Zarfı göndermeleri için kamp görevlilerine teslim etti. O sırada Eyşan'ın da bir zarfı adamlara verdiğini fark etti. Gönlünü almak için yanına gitti, ellerini arkasında birleştirip arkasından ona doğru eğildi.

YolHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin