dix-sept

168 14 11
                                    

"Ne? Ne, ne nasıl yani?"

"Seni unutmadım. Hiç unutmadım. O tatilden sonra bir an bile. Seni sevmeyi hiç bırakmadım."

"Ne, ne neyden bahsediyorsun şu an?"

Şok olmuştum.

Şu an neler olduğunu algılamaya çalışıyordum. Rosé, beni unutmadığını söylüyordu? O zaman neden unuttum gibi davranmıştı? Bir açıklaması olmalıydı.

"Daha fazla senin gözlerinin içine bakarak yalan söylemeye devam edemem..."

"Çok acı çekiyorum Lalisa. Dayanamıyorum. Hepsi benin suçum. Özür dilerim..."

"Tamam, sakinleş Rosé. En başından anlat bana." Sakinmiş gibi davranmaya çalışıyordum ama bende duygularıma hakim olamıyordum. Kafam çok karışmıştı. Rosé neyden bahsediyordu?

"Anlatacağım. Her şeyi anlatacağım. Çok üzgünüm..."

Koltuktakı yerimi derinleştirdim, dolu gözlerinin tam içine baktım ve onu dinlemeye başladım.

"İki sene önce, tatilde... son günümüzü hatırlıyorsun değil mi Lalisa?"

Onaylayarak başımı salladım.

"Gecenin sabaha dönmek üzere olduğu saatlerde, bizim bungalovumuzun önünde öpüşmüştük..."

"O gün ablam bizi görmüş Lalisa. Biz tatil köyünden çıkıp uçağa binene kadar bana hiç bir şey söylememişti ama görmüş. Aslında, benim davranışlarım ve seni anlatırkenki duygularımdan da bir şeyler seziyormuş..."

"Benim annem ve babam öldü Lalisa. Biz daha küçükken. Ablam çalıştı, o baktı bana. Sözünden hiç çıkmamaya, onu hiç üzmemeye çalıştım ben de elimden geldiğince. O benim için çok şey yaptı..."

Ağlamaktan konuşamıyordu. Yanaklarına dökülen gözyaşlarını elleriyle sildi ve devam etti.

"Onunla aramızda çok özel bir bağ vardı anlayacağın. O benim için bir abladan çok daha fazlasıydı. Katıydı, otoriterdi ama çok severdim ben onu. O benim her şeyimdi. Hep iyiliğimi isterdi. Ama çok koyu bir Hristiyandı. Bizi gördükten sonra... evde... daha önce hiç el kaldırmamıştı bana, ta ki ben seni sevdiğimi söyleyene kadar. Çok kötü şeyler yaptı bana Lalisa. Aklımın almayacağı şeyler. Benim kötülüğümü istemeyeceğini, beni her koşulda destekleyeceğini zannetmiştim..."

Çok içli ve acılı ağlıyordu. Onu böyle görmeye dayanamıyordum. İlk defa böylesine çökmüş görüyordum onu. En sevdiği insanın yaptıklarını anlatıyordu bana, ve bunun onda çok derin bir acı olduğu belliydi. Şu anda benim desteğime herkesten çok ihtiyacı vardı.

Ona doğru yaklaştım ve sarıldım ona. Başını boynuma gömdü ve ağlamaya devam etti. Çok büyük bir acı çekiyordu ve bana ihtiyaç duyuyordu.

Daha sormak istediğim çok şey vardı ama onun anlatmaya devam edeceğini biliyordum. Bir süre bana yaslanmaya devam etti. Sonra kalktı, gözyaşlarını sildi ve devam etti anlatmaya.

"Telefonumu, her şeyimi elimden aldı Lalisa. Sonradan öğrendim. Numaramı, sosyal medyalarımı, her şeyimi kapatmış. Bir ay boyunca evden çıkamadım. Ondan sonra da sadece okul ve ev. İnsanlarla olan iletişimimi bile koparmıştım. Israr etmeyi çok denedim, ona karşı geldim Lalisa. Yemin ederim karşı geldim. Senin için her şeyi karşıma almaya hazırdım..."

O şiddetle ağlayarak konuşmaya devam ettikçe ben de çok kötü oluyordum. Sonunda kendimi tutamadım ve ben de ağlamaya başladım. Çok şey yaşamıştı.

"Senelerce sana baktığım her güne lanet olsun dedi. Beni psikologlara, medyumlara, rahiplere göstermeye çalıştı. Ben bu kadar baskının altında dayanamıyordum, çok acı çekiyordum Lalisa. Okulda gördüğüm birkaç insandan başka sosyal bir aktivitem yoktu. Evden çıkamıyordum. Telefonum, her hangi bir şeyim yoktu. Çok ağır bir depresyona girmiştim. Ölmek istedim Lalisa..."

Ağlamamı durduramıyordum.

"Birkaç ay sonra bir kez... markete gidiyorum diyip caddedeki telefon kulübesine gittim. Seni aradım. Sen açtın... sesini duydum. Başıma gelenleri sana anlatacaktım, planım buydu ama buna hakkım olmadığını düşündüm Lalisa. Senin çoktan beni unuttuğunu, benim çok kötü bir insan olduğumu düşündüğünü düşündüm. Aramaya yüzüm olmamalı dedim, kendimi suçladım Lalisa. Kendimden nefret ettim. Aşkıma bile sahip çıkamadığım için kendimden ölesiye nefret ettim ama zorundaydım Lalisa. Evden bile çıkamıyordum..."

"Sen çok şey yaptın, Roseanne. Hiç biri senin suçun değildi. Sen çok uğraştın. Ben hiç bir zaman senin kötü bir insan olduğunu düşünmedim. İçten içe biliyordum bir sebebin olduğunu. Ben de seni sevmeyi hiç bırakmadım Roseanne."

Şimdi ikimiz de birbirimize sarılmış ağlıyorduk. Gözyaşlarının kazağımı ıslattığını hissediyordum, ama benimkiler de aynıydı bunu biliyordum. Bana herkesten çok güveniyordu ve bana yaslanıyordu. Bana herkesten çok ihtiyacı vardı, sevgime, korumama... çok şey yaşamıştı, çok yıpranmıştı, hala ayakta olsa bile kalbinin kırıklarla dolu olduğunu biliyordum. Beraber iyileşecektik. Beraber saracaktık birbirimizin yaralarını...

"Sonra..."

Ben de başımı kaldırdım ve onu dinlemeye başladım.

"Ondan kurtulabilmek için üniversiteyi burada yazdım. Belki de seni özlediğimden içten içe burayı yazmak istemiştim, ama seni görmeye asla yüzüm olmadığını düşünüyordum. Sonra bana git ve benim varlığımı unut, benim senin gibi kardeşim yok dedi bana. Ben de buraya geldim... aslında geçen sene de buradaydım, seni uzaktan uzaktan izliyordum ama hiç karşılaşmadık. Kampüs kocaman ve ben sizin fakültenizde değilim. O ders de... ders seçme ekranında görmüştüm, kolay diyorlardı ben de ortalamamı yükseltir diye girdim. Senin olacağını bilmiyordum, bana da tesadüf oldu. Hele de aynı gruba düştükten sonra... ne yapacağımı bilemedim bu yüzden seni hatırlamıyormuş gibi yapayım dedim. Böylece sen beni suçlardın, beni kötü birisi gibi düşünürdün, belki de seni hiç sevmediğimi düşünürdün ve işler daha kolay olurdu. Zaten suçlu bendim. Seni yüzüstü bıraktım..."

Aslında hiç bir suçu olmamasına rağmen her şey için kendisini suçlamıştı. Yapamadığı her şey için ölümüne pişman olduğunu ve elinden gelen hiç bir şey olmadığı görmüştüm. Aslında her şey ablasının suçuydu... iki aşığı ayırmıştı. Lgbt her ne kadar normalleşmiş olsa da, hala böyle olan bir sürü insan vardı. Ablası da bunlardan biriydi. Artık içimde Rosé'ye karşı hiç bir kırgınlık kalmamıştı. Ona karşı hissettiğim tek şey... aşktı.

"Sözümü tutamadığım için özür dilerim Lalisa."

"Seni affediyorum Rosé."

Ağlamamız daha da şiddetlendi ve yine birbirimize sarılarak ağlamaya başladık. 20-25 dakika boyunca böyle kaldıktan sonra Rosé'nin eve gitmesi gerekti çünkü yurda giriş saatleri geçiyordu.

Onu kapıya kadar yolculadım. Ayakkabılarını giydi, kapının dışarısında bana doğru baktı. Gözlerimin içine. O güzel gözlerinin bana eskisi gibi baktığını görmek beni öylesine mutlu etmişti ki! Yanağına bir öpücük kondurdum. Oracıkta kalakaldı. Sonra gülümsedi, vedalaştık ve gitti.

"ROSÉ BANA İHANET ETMEMİİİŞŞ!"

"ROSÉ BENİ HALA SEVİYOOOORR!"

Mutlu çığlıklar atarak evin içinde koşuşturuyordum.

Dünyalar benim olmuştu.

Yazarın Notu :

Bundan sonrası çok güzel olacak.
Hikaye için çok uğraşıyorum, beni desteklemek için takip eder ayrıca bölümlerime oy ve yorum yaparsanız çok sevinirimmm <33

reflections - chaelisaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin