Bölüm 5: Kayboluş

58 12 33
                                    

Gözlerimi açtım. Yine aynı sahildeydim. Onu gördüğüm, onunla tanıştığım sahilde...

Başımı korkuyla kaldırdım ve karşıya baktım. Her zaman onun geldiği yöne baktım. Yoktu. Gelmiyordu. Jennieyi göremiyordum. Gözlerim dolmaya başladı. Gerçekten gitmiş miydi artık? Gelmeyecek miydi bir daha? Yok mu olmuştu tamamen?

Gözlerimde tuttuğum yaşlar yanaklarımdan akarken denize çevirdim başımı. Ağlayarak izledim denizi. Bana onu hatırlatan denizi...

Ağlamalarım artarken dizlerimin üzerinde çöktüm ve denize bakmaya devam ettim. Neden gelmiyordu? Madem gidecekti ne diye beni alıştırmıştı ki kendine? Peki ben neden alışmıştım ki ona? Neden onu bir daha göremeyecek olmam canımı bu kadar acıtıyordu? O da beni düşünüyor muydu?

"Saçmalama Lisa, o yok, o senin hayal ürünündü, o sadece bir rüyaydı, o gelmeyecek bir daha. Alış artık buna. Jennie diye biri yok senin hayatında" diye çığlık attım kendi kendime.

                                    *  *  *

Yatakta kıpırdandım ve oturur hale geldim. Rüyayı hatırlayınca gözlerimdeki yaşları tutamadım yine. Hani çok sevdiğiniz biriyle artık görüşmüyorsunuz ve onu rüyanızda görmüşsünüzdür ya, onun gibi hissediyordum. Ama daha beteri.

Gözlerimi elimin tersiyle sildim ve banyoya ilerledim duşa girdim ve bedenimi suya bıraktım. Duştan çıkıp kıyafetlerimi giydim ve aşağı inip kanepede oturdum.

Peki o sahil. Sonuçta adresi öğrenmiştim. Oraya gidersem göre bilir miydim onu? Rüyamda yoktu. Ya gerçekte varsa? Hem gerçekte olmayan biri nasıl rüyama girsin ki? Son umudum oraya gitmekti zaten.

Bu gün boştum her hangi bir işim de yoktu. Bu gün gitmeye karar verdi. Artık dayanamıyordum. Jisoo uyurken evden çıkmak en iyisi. Zaten rüyam yüzünden erken uyanmıştım.

Odama çıktım ve bir çanta alıp içine bir kaç kıyafet ve uçuş için para koydum. Telefonumu alıp yatağa oturdum ve uçuş saatlerine baktım 1 saat sonrasına uçuş vardı. Yol zaten uzak değildi. Seulden Jeju adasına maksimum 1,5 saat falan sürerdi.

Online bilet satın aldım ve çantamı da alıp aşağı indim. Jisooya akşama kadar evde olmayacağımı belirttiğim bir not bırakıp evden çıktım.

Arabaya binip çalıştırdım. Gerçekten gidiyordum. Neresi olduğunu bilmediğim bir yere. Neden gittiğimi bilmeden öylesine çekip gidiyordum. Aptal bir rüyanın peşine düşmüş gibi hissetsemde vazgeçmek istemiyordum. Neden vazgeçmek istemiyorum? Ondan da emin değilim. Tek istediğim eli boş dönmemek, tek istediğim onu bulmak. Sevdigim kadını, rüyada da olsa aşık olduğum, her gülüşünde, her bakışında, her dokunuşunda kaybolduğum kadını bulmak...

Düşünüyordum. Sadece onu düşünüyordum. Düşünmeden edemiyordum. Bu yüzden kafamı dağıtmakla uğraşmıyordum şuan. Ne müzik açıyordum ne de biriyle konuşuyordum. Sadece gidiyorum işte bir umutla.

Umut insanı ayakta tutan bir şeydir, ancak fazla umut insanı bitirir. Kendini kaybeder insan, çünki sadece umut ettiği kişiyi, umut ettiği şeyi bekler. Oysaki bilmez ki insan en çok kendi için umut etmelidir. Hep kendi için bir şeyler yapmalı, kendini sevmeli, kendini düşünmelidir.

Bu umudum bana kendimi kaybettirmeden bulmalıydım onu. Bulamazsam da umut etmemeliydim fazla. Bir ışık olmadan umut edilmez ki zaten.

Havaalanına vardığımda arabadan indim. Arka koltuktan çantamı ve kulaklığımı alıp kapıları kapattım. Ucuşa 20 dakika kalmıştı. Yetişmiştim.

Sonunda uçağa yerleştim ve kulaklığımı takıp kendimi müziğe bıraktım. Müzik ruhun gıdası mıdır? Nedir? Bilmem. Ama beni rahatlattığı kesin.

Find meHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin