16 Eylül

31 2 0
                                    

16.09.2022

(Felix's pov)

İki gün süren doğum günü kutlamalarımız sonunda artık cuma günüydü. Bugün izinliydim bu yüzden yeni açılan müzeye gitmeye karar verdim. Boş zamanlarımda müze ya da sergi gezmeyi çok severdim. Eylül olmasına rağmen havalar hala sıcaktı. Üstüme beyaz kalın askılı bir tişört, altıma da bol siyah kot pantolonumu giydim. Yanıma da her ihtimale karşı gri kapüşonlumu aldım. Normalde arabayla giderdim ama bugün değişiklik yapıp yürümeye karar verdim. Hem yavaş yavaş gelen sonbaharla kurumaya başlayan ağaçlar güzel bir görüntü oluşturuyordu. Güzelce fotoğraflarını çekebilirdim. Siyah converselerimi giyip yola çıktım. Gözüme güzel görünen birkaç manzara fotoğrafını çektikten sonra karşıma yavru siyah bir kedi çıktı. Küçükken 3 tane kedimiz vardı. Hala varlar ama abim Minho'yla kalıyorlar. Kendisinin kedilerle konuşabilmek gibi özel bir gücü var ve kibar olduğu tek canlılar kediler ve Jisung. En yakın arkadaşımı aldı elimden resmen. Neyse ki ikisini beraber çok seviyorum. Birbirlerine iyi geliyorlar. Ben de bulabilir miydim acaba öyle birini?

Bu düşüncelerimi bir kenara bıraktım ve önümdeki kedinin önüne çömelip çantamdaki yiyeceklerden bir parça verdim. Daha sonra kafasını okşadıktan sonra ayağa kalktım ve yoluma devam ettim zaten çok fazla bir mesafe kalmamıştı. Beş dakika daha yürüdükten sonra varmıştım müzeye. Zaman kaybetmeden giriş için parayı ödedim ve içeri girdim. Kameramı flaşı patlamayacak şekilde ayarladım ve ilgimi çeken birkaç şeyin fotoğrafını çektim. Lakin dikkatimi çeken şey sadece müzedeki eşyalar değildi. Siyah uzun saçlı, üstüne beyaz tişört ile krem rengi bir hırka; altına bol ve yırtık mavi kot pantolon giymiş birisini gördüm. Sadece arkadan görsem de güzel bir yüzü olduğuna yemin edebilirdim. Sesimi çıkarmadan onun arkadan fotoğrafını çektim fakat kameranın sesini duyunca bana döndü ve Tanrım yemin ederim gördüğüm en güzel surata sahipti. Küçük çekik gözleri, gözünün altında o küçük ben, büyük dolgun dudakları ve ne küçük ne büyük olan burnuyla bir ressamın elinden çıkmış gibiydi. Sanatın kendisiydi. Şu an bana açıklama yapmam için dikkatle bakıyordu. Hemen düşüncelerimden kurtulup lafa girdim.

"A şey ben arkadan çok güzel bir görüntü oluşmuştu o yüzden çekmek istedim"

"Anladım teşekkür ederim"

"Rica ederim" tekrar arkasını dönecekken lafıma devam ettim. "Görmek ister misin?"

"Tabii olur"

Çektiğim fotoğrafı ona gösterdim. Fotoğrafa bakmak için yanıma yaklaşması biraz beni heyecanlandırmıştı yalan söyleyemem.

"Bu gerçekten çok güzel. Çok yeteneklisin"

"Teşekkür ederim" kızarmama engel olamadım. Beni alıp gömsünler şu an neden kızarıyorum ki.

"Rica ederim" dedi ve içten bir şekilde gülümsedi bana. Bir de o gülüşü..

"Ben Felix" diyip elimi uzattım.

"Hyunjin" dedi ve uzattığım elimi sıktı. Tanrım elleri de yumuşacıktı. Asla bırakmak istemiyordum şu an. Kendine gel Felix. Adamı tanımıyorsun bile.

"Eğer istersen birlikte gezebiliriz kalanını" ne diyordum ben? Kimseyle müze gezmeyi sevmem ki ben. Of iyice saçmalamaya başladım. Tamam anladık adam tanrı gibi falan da. Bir anda üstüne de atlanmaz ki.

"Tabii olur" etrafına biraz bakındıktan sonra söylemişti bunu.

İkimiz birlikte tüm müzeyi gezdik. Bana bildiği her şeyi anlatmıştı. Bu kadar bilgili olması çok hoştu. Sesi de çok hoştu. Sabaha kadar konuşsa dinleyebilirdim. Kendine gel Felix kendine gel. Bir buçuk saatin ardından tüm müzeyi gezmiştik. Küçük bir müzeydi ama dediğim gibi bildiği her şeyi anlattığı için biraz uzun sürmüştü. Çıkışta onunla ayrılacak olduğum için mutsuzdum. Çünkü benim gibi bu kadar müzelere ilgili olan kimse yoktu çevremde. Eminim birbirimize benzeyen daha bir sürü yönümüz vardır.

diary // hyunlixHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin