hyunsuk göz ucuyla hala söylenen jinyoung'a baktığında istemeden sırıttı. "üzgünüm hyung." kızarmış ekmekleri masaya koyarken söyledi.
jinyoung aynanın karşısında harabeye dönen boynunu inceliyordu. hayatı boyunca orasında burasında izle gezen tipleri yargılayarak yaşamıştı ve seunghun'un bunu yapmasına şiddetle karşı çıkmıştı. durum ne olursa olsun aklını başına alıp onu engelleyebilmişti. peki boynu bu hale gelirken ne yapıyordu? gece ne olmuştu da buna aldırmamıştı?
seunghun terlikleri yere sürterek yanlarına indiğinde jinyoung hızla ona dönüp bağırdı. "düzgün yürü!"
korkuyla sıçrayan seunghun'un uykusu bununla açılmıştı. hemen jinyoung'u es geçip hyunsuk'un yanına mutfağa gitti.
"neden sinirli?"
hyunsuk hala sırıtıyordu. yani en azından seunghun'u görene kadar. her ne kadar jinyoung'un boynu harabeye dönmüş olsa da seunghun'un dudaklarının yanından bile geçemezdi.
biberleri kesmeyi bırakıp seunghun'un yüzünü kavradı. "acıyor mu?"
"biber biraz yaktı."
hyunsuk hemen parmaklarını dudaklarından çekti. "üzgünüm!"
seunghun bunu hiç de umursuyor gibi durmuyordu. gülüp –buna gülüş denebilir miydi tartışılır– hyunsuk'a küçük bir öpücük verdi ve biberlerden birine uzanıp dudaklarına değdirmemeye çalışarak ısırdı. "cidden acıymış."
"yardım edilecek bir şey var mı?" hyunsuk'un hala garip bir ifadeyle dudaklarına baktığını fark edince "ne?" dedi. "öpmeye doyamıyorsun değil mi?" cilveli hareketlerle ona sırnaştı.
"hyung gerçekten sorun yok mu?" jinyoung gibi sızlanmasını beklemiyordu ama canı tatlı olan seunghun için bu cidden önemsiz miydi?
seunghun tezgahta duran telefona uzandı ve kaydırıp kamerayı açtı. "vaaaa." sonra hyunsuk'u da kareye sıkıştırıp fotoğraflarını çekti ve geri bıraktı. "aferin suk-ah." kocaman güldü.
o sıra jinyoung kapı pervazından onları izliyordu. "sadist ve mazoşist insanlarla mı birlikteyim?"
bu durum hyunsuk'u kaygılandırmaya başlamıştı, suratı gittikçe asılıyorken seunghun alayla "baejin-ah," diye seslendi. "gayet hoşuna gitti niye böyle konuşuyorsun?"
"ne!"
"görüntü ergence geldiği için katlanamıyorsun ama bak," dudağının sol köşesini işaret etti. "tam olarak burası senin eserin."
jinyoung kaşlarını çattı. "ben mi yaptım?"
"evet. o sıra acıdan bağırmıştım ama umurunda değildi." biberlerden bir tane daha aldı. ısırdıktan sonra yine "aman tanrım neden bu kadar acılar?" diye söylendi.
hyunsuk dehşete düşmüştü. uzanıp biberi ondan aldı.
kahvaltı masasına oturduklarında öğlen olmak üzereydi. hyunsuk dün gecenin üzerlerinde bıraktığı hasarı toparlaması için büyükannesinin ot karışımından demlemişti. tada aşina olan seunghun birkaç yudumda bitirirken jinyoung garipçe fincana bakıyordu. seunghun onu görünce fincanını alıp jinyoung'un suratına yaklaştırdı. "iç de gerginliğini alsın."
jinyoung karşı çıkmadan fincanı ondan aldı ve çayın tadına baktı. kokusu garip olsa da içilebiliyordu.
tuhaf sessizlik bir süre devam etti. diken üstünde gibi görünmeyen tek kişi seunghun'du. dudaklarına bir şey değdirmemek için yiyeceklerini özenle seçiyor –küçük lokmalar olarak– ve dikkatle ağzına alıyordu. aslında bu kadar sakin olması onu en garip kişi yapıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
iyi ve güzel erkekler hep ağlar
Fanfictionthree men, a lot of chaos. tears, secrets and an unexpected bond. who knows, maybe beautiful men really do always cry.