"o kadar aptal biri ki, bu yaşına kadar nasıl hayatta kaldı bilmiyorum. bazen ondan nefret ediyorum..." hyunsuk gözyaşlarıyla nemlenmiş peçete parçasını tekrar katlayıp burnunu sildi. burada hiç tanımadığı birine içindekileri kusmak —sonrasını düşünmeden— iyi hissettirmişti, biraz da olsa rahatlamıştı.
karşısındaki çocuk onun haline gülüp masaya uzandı ve birkaç peçete daha aldı. "onu at çoktan pislendi."
önce elindeki peçete parçasına sonra da çocuğa baktı hyunsuk, azıcık utanmıştı. etrafta çöp göremediği için çaktırmadan ceketinin cebine sıkıştırdı pislenen peçete parçasını. sonra da çocuğun uzattığı yeni peçeteleri aldı.
"sen hiç merak etme, artık burada bir hyungun var. canın sıkıldığında her zaman benimle konuşabilirsin."
hyunsuk onun tatlı sözleriyle tekrar ağlamaya başladı.
akşamüstü seunghun yazdığında, hyunsuk seoul'e yeni gelmişti. bunun kader veya benzeri bir şey olduğunu düşünüp gerçekten mutlu olmuştu ancak konuşmanın gidişatı hiç de istediği gibi olmadığından —hayal kırıklığını gizleyememişti hyunsuk— ona hiçbir şey söylememişti. muhtemelen mutlu olmuş gibi yapıp yanına gelecekti ve onu gerçek bir çöp kutusu gibi hissettirecekti. çünkü sevgilisiyle arası bozuktu.
hyunsuk onların kavgalarının çetelesine sahipti çünkü ne zaman araları bozuk olsa seunghun gerçekten de soluğu hyunsuk'un yanında alırdı. tatil zamanları yazlığa geldiğinde ya da okul dönemi mesajla.
"çok iyi görünmüyorsun. gidecek yerin var mı?" çocuk hyunsuk'un ağır görünen sırt çantasını işaret edip sorduğunda hyunsuk düşüncelerinden uyandı. masaya kolunu, koluna da çenesini yaslamış öylece duruyordu. saatlerdir ağladığından başında feci bir ağrı vardı. belli belirsiz mırıldanıp kafasını kaldırdı.
sonra daha açıklayıcı olmak adına "evin anahtarını yarın teslim alacağım için bugün otelde kalacağım." dedi. bu yardımsever kişiye saatlerdir musallat olduğu için biraz kötü hissediyordu.
"siz gidebilirsiniz, ben başımın çaresine bakabilirim." gülümsedi. o sıra çocuğun suratında da samimi bir ifade oluşmuştu. "ne güzel gülüyorsun." benzeri bir şey duyduğunu sandı hyunsuk. şaşkınlıkla baktığında çocuk hemen gülüp "o yüzden ağlamayı kesmen lazım. hadi hadi!" diye geveledi.
"ama cidden gidebilirsiniz. saatlerdir buradasınız."
"seoul üniversitesine giriş yaptığını söylemiştin, yani senin sunbae'nim. alt sınıfımla ilgilenmek benim için dert değil." yine çok samimi bir şekilde söyledi. sonra "sunbae'n sana lezzetli bir şeyler ısmarlayacak, hadi, kalk." diyerek kendisiyle beraber hyunsuk'u da kaldırdı.
'lezzetli bir şeyler'i duyduğunda onu reddetmedi hyunsuk. böyle küçük görünen birinin sunbae olduğuna pek inanmak istemiyordu ama çevresindekiler her zaman onun fazla büyük olduğunu söylediğinden çok da kurcalamadı.
uzun olmayan bir yürüyüşün sonunda sokak yemekleri satan bir dükkana gelmişlerdi.
"tekrar seoul'e hoşgeldin hyunsuk!"
yolda adının jinyoung olduğunu öğrendiği kişi neşeyle söyleyip bardağını uzattığında hyunsuk kendi bardağını onunkiyle tokuşturdu ve sanki hiç saatlerce ağlamamış gibi kocaman güldü.
"hoş buldum hyung!"
daha yeni tanışmış olmalarına rağmen konu konuyu açmış, sohbet etmeyi bırakamamışlardı. yemek biteli saatler olsa da hala içiyorlardı. hyunsuk zihninin bulandığını hissetmeye başladığında saate bakmaya çalıştı ancak beceremeyince elinden kayıp düştü telefon. jinyoung hala yarı ayık görünüyordu. hemen kalkıp telefonu aldı ve hyunsuk'un yanındaki sandalyeyi çekip oraya oturdu.
"bir şey yok! kırılmamış!" telefonu evirip çevirmeyi kestiğinde kilidi açmak için ekranı hyunsuk'un yüzüne çevirdi. "numaramı kaydediyorum. bir şey olursa 'jinyoung hyung!' demen yeterli. oldu mu?" kendi kendine bir şeyler daha geveliyorken hyunsuk kafasını omzuna bırakarak yanıtladı onu.
zihni tamamen kapalı değildi. jinyoung'un mırıltılarını hala duyabiliyordu ancak ona cevap veremiyordu. kafasını bile taşıyamıyordu. yine de içinden 'çok tatlı' diye düşündü. o sıra belli belirsiz seunghun'un suratı belirdi aklında. kafasını sallayıp bu görüntüden kurtulmak istiyordu. tam bu sırada "şimdi uyumasan olur mu? seni taşıyabileceğini sanmıyorum...." dediğini duygu jinyoung'un. sesi çok yakındaymış gibi geliyordu.
hyunsuk tembel gözlerini araladığında aklındaki seunghun imgesi hemen tuzla buz oldu, jinyoung'un endişeli yüzü aldı yerini.
"hyung," kendi sesine daha uzak oluşuna şaşıramadı. "kafamı kaldırmama yardım edebilir misin?"
jinyoung kahkaha atmak istiyormuş gibi görünüyordu. bunun yerine kocaman gülümseyip hyunsuk'un başını omzundan kaldırdı ancak yer çekimine yeni düşen kafa tekrar omzunu buldu.
"ya!"
hyunsuk hafif kıkırtılarla gülüp jinyoung'a doğru döndürdü bedenini. "üzgünüm üzgünüm. azıcık böyle kalırsam kafam gücünü geri kazanır. birazdan kalkacağım hyung."
jinyoung "aptal." diye mırıldandı. suratındaki gülüş garip bir gülümsemeyle değişmişti. hemen yanında büzülüp ona sokulmuş olan hyunsuk'u izledi bir süre. koca bedenini böyle katlaması onu komik göstermişti. kafası omzundan göğsüne doğru kayıyorken jinyoung eliyle destekledi onu. hafif uykusundan o sıra uyandı hyunsuk. araladığı gözleriyle önce çenesindeki ele baktı, sonra kafasını kaldırıp jinyoung'un suratına.
zihni açılmıştı. çenesindeki el olmasa da kafasını taşıyabilirdi ve hatta yürüyebilirdi, bu üzerindeki garip uyuşukluğa anlam veremedi.
jinyoung yumuşak bir sesle "uyandın mı?" diye sordu. azıcık endişe, azıcık gülüş vardı suratında. elini çekerse hyunsuk'un kafasının yine düşeceğini düşündüğünden hareket etmiyordu.
hyunsuk bir şey demedi. hala garip hissediyordu. ona tersten bakmayı kesmek adına çenesini avuç içinden kaldırdı, kafasını çekti ama hala yakınında duruyordu. erimiş bir peynir ya da haşlanmış bir çubuk makarna gibi hissediyorken tembel göz kapaklarını yine kapattı ve yaklaşıp dudaklarını jinyoung'un dudaklarına yasladı. bu ona yıllar önceki yazı hatırlattı. seunghun da aynen böyle dudaklarını onunkilere örtmüş ve izin istemişti. o zaman hyunsuk bir saniye bile düşünmeden aralamıştı dudaklarını.
şu an izin isteyen kendisiydi ancak jinyoung hemen aralamadı dudaklarını. biraz şaşırmış olmalıydı. bilinmeyen saniyeler sonrasında —hyunsuk'a dakikalar gibi gelmişti— jinyoung kararsızlığı hissedilir şekilde araladı onları.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
iyi ve güzel erkekler hep ağlar
Fanficthree men, a lot of chaos. tears, secrets and an unexpected bond. who knows, maybe beautiful men really do always cry.