05

804 72 43
                                        

taehyun

"taehyun, bir daha 'yakışmadı' dersen parçalarım seni." ben aynanın karşısında hiç içime sinmeyen kombinimi süzmekle meşgulken; bu düşüncemi benden uzaklaştırmak için saatlerdir uğraşan kai, beni omuzlarımdan tutarak kendine doğru çevirmişti. bakışlarım gözlerine çıkarken içime içime ofladım. çünkü bunu dışıma doğru yaparsam az önceki tehdit cümlesi üzerimde hayat bulurdu. "şu aptal ceketi de çıkar, pişeceksin bütün gün." elleriyle ceketi kollarımdan aşağı sıyırarak yatakla buluşturmuştu gözlerimin önünde. tanrı aşkına, çıplak gibi hissediyorum.

yeniden aynaya döndüm, ceketin biraz olsun beni koruduğuna inanıyordum ve şimdi o da elimden alınmıştı. bu geceyi bitirebilecek miydim, en çok ben merak ediyorum. 

aynadan kai'nin gurur dolu bakışına şahit olurken dirseğimi karnına geçirmekten çekinmemiştim, madem o bana transparan gömlek giydirmekten çekinmiyordu; benim için hava hoştu nasılsa, değil ya gerçekten değil.

parmaklarımı kırmızı saçlarımın arasına daldırırken kai arka taraftaki aynayla makyajını kontrol ediyordu, derin bir nefes alarak yataktaki ceketin üstüne oturdum. istemsizce sürekli saati kontrol ediyor, dizimin sallanmasına mani olamıyordum. normalde partilere karşı öyle aşırı ilgim yoktu. teklif varsa ruh halime göre karar verir, giderdim ya da gitmezdim. ruh halim, kai dışında bir etken bu arada.

ama saçma bir şekilde buraya gitmek istiyorum, 6. his veya başka bir şey. adını tam getiremesemde içimden bir ses gitmem için bana yalvarıyordu ve ben onu halı altına süpüremeyecek kadar onun etkisi altında kalıyordum.

komodinin üzerinde titremeye başlayan telefonuma uzandım, kai'nin içine sığdıramadığı heyecanına karşı gülümsemiş ve gelen çağrının seungmin'den olduğunu görünce yerimden kalkmıştım. telefon kulağım ve omzum arasında yer edinmişken, cüzdanımla anahtarımı kai'nin çantasına sıkıştırmakla uğraşıyordum, üstelik yakalandığımdan ötürü bir yandan kendisinin sert yumruklarından kaçmakla cebelleşiyordum, aramanın diğer ucunda bekleyen arkadaşıma indiğimizi söyleyip telefonu kapattım. "gelmişler, inelim."

"dönüşe sen taşırsın."

"hay hay." başımla onaylayıp geçmesi için kapıyı açtım. "gerçi sadece çantanı taşımayacağım ama neyse." diye homurdanmıştım, kulaklarından kaçmamış olacak ki omzuma şakayla karışık bir yumruk geçirirken ahlayarak geriye sendelemiştim. 

merdivenlerdeyken aniden inmeyi bırakan bedenle bir merdiven yukarı çıktım, başımı boşluktan aşağı sarkıtırken görüş açıma giren çehre beni dumura uğratmıştı. "ne işin var lan senin burada?"

küçük kardeşim elinde taşıdığı ufak çantasıyla alt merdivenin başında duruyordu, kai minik sayılamayacak bir çığlıkla onun yanına inerken bu görüntüyü görmek istemediğimden oflayarak kafamı geri çektim. aklım evde kalacaktı yani, harika...

"hâlâ soruma cevap alamadım." merdivenleri inerken sorduğum soruya karşı her ne kadar göz devirse de sesimin uyarıcı tonundan gerilmiş olduğu belliydi. çantasını diğer eline geçirirken kai'nin uzattığı anahtarı cebine atmıştı. 

"buradaki üniversiteleri gezdirmek için okul gezisi ayarlanmıştı, oteli de seçmişler ama rezervasyonda sıkıntı çıkmış sanırım. herkeslik yer yoktu, bu tarafta akrabası olan varsa yanlarına gitsin dediler." omuz silkerek bitirdiği cümleden sonra bütün ilgisi tekrar kai'ye kaymıştı. yaşanan olayın absürtlüğüne mi yansaydım yoksa okulun bu denli bir hata yapacak kadara umursamaz olmasına mı kestiremiyordum. 

elim şakaklarımdan sonra alnımı bulurken kai'nin sesi doldu kulaklarıma. "ya şu surata bak, nasıl kıyacaksın buna." yaptıkları ufak çaplı role attığım yandan bakışın hemen peşine kahkaha patlatmışlardı.

diksiyon koçu | taegyuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin