Arabalardan inip eve gireceğimiz zaman telefonumun çalmasıyla bahçede durdum. "Efendim anne" Annem birkaç saniye sessiz kaldıktan sonra konuştu. "Devin, diğer evde kalacağız. Yarım akıllı arkadaşlarına göz kulak ol bak. Başınıza bela almayın. Evde teksiniz." Ah annem ah! Başımıza belayı aldık çoktan. "Tamam anne, merak etme." Telefonu kapatıp bahçedeki sandalyelerden birine oturdum.Gökyüzü çoktan kararmış, yıldızlara ev sahipliği yapıyordu. Rüzgar tenimi okşarken gözlerimi kapattım. Gün sonunda huzur bulabiliyorsan doğru yerdesindir. Günün ne kadar yorucu olursa olsun gözlerini kapattığında kendini hissettiğin her gün özeldir. Ait olduğum yerde, ait olduğum duygulardayım.. Zihnimde canlanan mavi gözlerle hafifçe tebessüm ettim. Arkamdan tanıdık gelen sesle gülümsemem büyüdü. "Üşüteceksin." Buğra, yanımdaki sandalyeye yerleşirken omuzlarımı hafifçe örttü. "Üşümüyordum." Gözlerimi yavaşça araladım. "Üşüyordun. Sadece biraz zaman geçtikten sonra hissedecektin." Kafasını geriye atıp yıldızları izlemeye başladı. Onunla aynı şeyi yaparken aramıza sessizlik hakim oldu. Buğra ile uzun zamandır arkadaştık. Sıradan arkadaştık. Özel bir bağımız yoktu. Öyle saatlerce konuştuğumuz günlerde yoktu. Aylarca konuşmadığımız, haftalarca birbirimizin suratına bakmadığımız günler olmuştu. Sadece bu yıl nasıl bu kadar samimi olduk bilmiyorum ama olmuştuk. Bunda Burak'ın katkısı da vardı. Buğra'ya karşı ne hissediyordum bilmiyorum ama yanımda olduğu her an yüzümde bir gülümse oluşuyordu.
"Bir yıldız seç." Cümlemle parmağı ile bir yıldızı işaret etti. "Bu." Gözlerimle onun gösterdiği yıldıza baktım. Diğerlerine göre daha soluk parlıyordu ama güzeldi.. Yanında parlayan yıldıza kaydırdı parmağını. "Bu da senin yıldızın olsun." Gülümsüyordu.. Gözlerini gözlerime değdirdiğinde irkildim. Sanki gözlerinde galaksiler saklıymış gibi bir ışıltı vardı. "Bu iki yıldızın kavuşma anını biliyor musun?" Kendimden emin bir gülümse ile omuzlarımı kaldırıp indirdim. "O zaman dinle." Sandalyesini sandalyemin yanına çekti. Elimi tutup yumruk yaptı. Kendi elini de yumruk yaptığında elini benden uzak tutarak konuştu. "Yumruklarımızı yıldızlarımız olarak hayal et." Ellerimiz havada yumruk şeklinde asılı kalırken derin bir nefes aldı. "Galaksilerin ötesinde bir gökyüzü varmış. Bu gökyüzünde her yıldızın kendine has bir parıltısı var. Eğer yıldızlar birbirine temas ederse iki yıldızdan birisi parıltısını kaybeder." Elini elimin yanına yaklaştırdı. "Ama bir gün parıltısı diğerlerinden daha az olan yıldız gökyüzündeki en parıltılı yıldızın yanına yaklaşmış. Düşünmüş ki eğer ona dokunursa diğerleri gibi bir parıltıya sahip olur." Elini, elime yavaşça değdirdi. "Ve en parıltı yıldıza dokunmuş." Parmaklarımız kendiliğinden açılırken parmaklarını parmaklarımın arasından geçirdi. "O sönük yıldız, parıltı yıldızın parıltısını o kadar çok sevmişki bir anlık pişmanlık yaşamış. Ya parıltı yıldız parıltısını kaybederse?" Gözleri gözlerimle buluştu. Şuan gece olduğu için ne kadar şanslı olduğumu bilemezsiniz. Çünkü şuan eminim ki kıpkırmızı kesilmiştim. Gözlerimi, ellerimize çevirdiğimde konuşmaya devam etti. "Sönük yıldız, yavaşça parıltı yıldızdan ayrılmaya başlamış. Daha ileri gidememiş. Korkmuş." Ellerimiz yavaşça ayrıldı. "Parıltılı yıldızdan uzaklaştıkça parıltı azalmış. Sönük yıldız, kendi köşesine çekildiğinde aynı parıltıda kaldığını farketmiş. Gökyüzünün en parlak yıldızı ile birlikteyken parıltısı göz kamaştırıyormuş. Ama şimdi... tekrar kendi benliğine döndüğünde aynı sönüklüğü ona eşlik ediyormuş." Elini yavaşça indirdiğinde aynısını yaptım. "Sönük yıldız en çok parıltı yıldızın yanında güzelmiş. Onun hep yanında kalmış ama parıltısından almamış. Bu aşk.." İki yıldızın biraz öncesine göre daha yakın olduğunu gördüğümde şaşkınlıkla izledim. "Ona dokunmamış ama onu hep sevmiş." Buğra'nın son cümlesi ile ona döndüğümde gözleri gözlerimde kaldı. "Devin.. eğer bir-" cümlesini tamamlayamadan evden bir çığlık sesi geldi. İkimizde hızla eve koştuk. Salona girdiğimizde Burak ve Ece masanın üzerinde abim ise hiçbir şey olmamış gibi koltukta uzanmış televizyon izliyordu. Bu görünüş aklımı karıştırsa da Burak, büyük bir korkuyla tekrar bağırdı. "Fareeeee!"
"Ayağıma bir şey dokundu!" Ece'nin çığlığı ile irkildim. Işıklar gitmişti. Bütün köy karanlıkta kalmıştık. Bir de bu yetmezmiş gibi evin içinde fare vardı! Ece ve Burak tahminimce hala masanın üzerindeydi. Abim hala koltukta. Koluma değen parmaklarla geri çekileceğim sırada kolumu daha sıkı kavradı. "Düşeceksin Devin. Korkma benim."
Ece: Hanginiz Allah'ın sevmediği kulusunuz!
Burak: Ne alaka lan!
Ece: Ulan Burak hep senin yüzünden geliyor başımıza bunlar. Ateist!
Burak: Eee çüş yani! Tamam aptalız falan ama ateist fazla oldu. Yolarım kız seni!
Ece: Çirkefe bak sen! Gel, gel hadi
Masanın üzerindekiler yere düşerken ikisinin birbirini bulup dövme çabası içerisinde girdiklerini anlamıştım. "Rahat durun!" Bağrışımla büyük bir sessizlik oluştu. Buğra'nın eli belimi sararken kulağıma fısıldadı. "İyi misin? Titriyorsun." Titrediğimi Buğra'nın söylemesiyle farkederken derin derin nefes almaya başlamıştım. Başım dönüyordu. Nefesim daralıyor gibi hissediyordum. Buğra'nın koluna sıkıca sarıldım. "Hiç iyi hissetmiyorum." Koltuğun rayları ses çıkarırken abimin ayaklandığını anlamıştım. Telefonun fenerini açtığında ise etraftaki duman ile büyük bir paniğe kapıldım. "Nefes almamaya çalışın!" Buğra bizi uyarırken herkes tişörtü ile ağzını kapatmıştı bile. Yığılacak gibi olduğumda Buğra beni kucağına aldı. "Acil çıkmalıyız!" Abim kapıları kontrol ederken Burak pencerelere göz gezdirdi. Kapılarda pencerelerde kitlenmişti. Asıl sorun bunu farketmemiştik bile! "Şerefsiz!" Burak, camdan baktığında öfkeyle küfretti. Abim, Burak'ın yanına giderken Ece'de dumandan etkilenmiş zar zor ayakta duruyordu. "Burdan bir çıkıyım göstercem oğlum sana ben!" Ece yere yığılırken abim aceleyle Ece'nin yanına koştu. Gözlerimde artık kapanıyordu. Son bir öksürük ve karanlık..