8

20 5 11
                                    

Saat akşamı geçmiş güzel Han nehrine karşı kahvaltımızı bitireli çok olmuştu. Herkes bir köşeye ayrılmış bitmek üzere olan bu güzel günün tadını çıkartıyordu. Felix, Hyunjin ile ilgileniyor diğerleri de güzel kahkahalar eşliğinde top oynuyorlardı. Ben ise yere serdiğimiz mendilin üzerine uzanmış gökyüzündeki bulutlara bakarak yağmurun ne zaman yağacağını düşünüyordum.

Jisung ile günün geri kalanında neredeyse hiç konuşmamıştık. Aramızda ufacık bir tartışma olsaydı bunu bilerek yaptığını bile düşünebilirdim.

- Chan artık toplanalım mı?

Felix, Hyunjin'in yanından kalkmış Chan ile konuşuyordu. Uzandığım yerden doğrulup etrafıma baktığımda arkamda oturan Jisung'u ancak farketmiştim.

- Söylemiyor ama sanırım Hyunjin'in ağrısı var.

Chan, Felix'in dediğini yapmak için içinde yiyeceklerin olduğu sepeti eline alıp diğerlerine artık döneceğimizi söyledi.

Ben ise burada biraz daha kalmak istediğim için kimsenin göremeyeceği bir şekilde dudaklarımı büzdüm. Hava yavaştan serinlemiş yerden toprak kokusu gelmeye başlamıştı.

- Siz önden gidin. Ben biraz daha kalacağım sanırım.

Chan, arabaya yerleştirdiği son eşya ile bagaj kapısını kapatıp yüzünü bana döndü.

- Arabasız dönebileceğine emin misin?

- Evet biraz yürümek istiyorum.

Yüzündeki rahat ifade bir anda yerini çatılan kaşlara bırakmıştı.

- Çok geç kalma, eğer dönemezsen Minho'yu ara seni alsın.

Yanımızdan geçen Minho, kısa bir süre duraklayıp elini omzuma koyarak kemiğimi sıkmaya başlamıştı.

- O yüzden geç kalma ve beni arayıp rahatsız etme.

Sıktığı yerin acısıyla olduğum yerde ondan kurtulmaya çalışırken arkamdan Seungmin'in gülüşünü duyabiliyordum.

***

Diğerlerinin ayrılmasıyla hava çoktan kararmıştı bile. Nehre biraz daha yakınlaşıp dizlerimi karnıma çekerek bir süre daha orada oturmuştum. Altımda Jeongin'in uzun penye şortlarından birisi, üzerimde de koyu yeşil tişörtümün üzerine geçirdiğim siyah kapşonlu vardı. Zaman geçtikçe sertliği artan rüzgar, bacaklarımın şortun kapatamadığı kısımlarına çarpıyordu. Ellerimle özellikle o noktaları kapatmaya çalışsam da oturduğum sürece artık ısınamayacağımı anlamıştım.

Nehre dik olacak şekilde yönümü değiştirip büyük evlerin küçük sokaklarında yürümeye başladım. Yanımdan insanlar geçiyordu. Kimisi tek başına, kimisi arkadaşlarıyla, kimisi sevgilisiyle... Herkes akan zamanda yerini almış hayatını yaşamaya çalışıyordu. Binaların içindeki evlerin bazılarında mutlu çocuklar, bazılarında mutlu görünürken içinde büyük ateşler yanan insanlar yaşıyordu. Ne zaman etrafımda birisini görsem hayatını tahmin etmeye çalışır, nereden gelip nereye gittiğini düşünürdüm. Bilinçsizce yanından geçerken ne kadar güzel olduğunu düşündüğümüz evlerde kimlerin yaşadığını, ne zorluklar yaşadıklarını ya da ne kadar mutlu olduklarını hayal ederdim.

Yüzümdeki maske, bu derin karanlıkta yanımdan gelip geçen insanlardan kimliğimi gizlememe yardım ediyordu. Etrafta dolaşan insan sayısı azaldıkça daha da ara sokaklara girip gecenin karanlığında resmen görünmez olmuştum. Ya da ben öyle olduğumu düşünüyordum.

At kuyruğu yaptığım saçlarımdaki baskı kafamı arkaya doğru atmama sebep olduğunda dengemi zar zor koruyabilmiştim. Ağzımdan tam bir küfür savuracakken taktığım maskenin üzerinde hissettiğim el buna engel olmuştu. Gözlerimi sadece bir anlığına kapatıp bütün bunların sadece bir kabus olmasını diledim.

Memories | Stray KidsHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin