"Koğuş kalkın!" diyor gür bir ses. Sıçrıyorum o sırada uykumdan. Dün gece, karşı asker taburundan, Teğmen Jeon Jungkook'un bize getirdiği yiyeceklerin birazını yemiş ve birazını da aç olan ve yaşı küçük olan er askerlere dağıtmıştım. Tanrı'ya şükür ki onlar da, bu yiyeceklerin nereden geldiğini sorgulamamış, hemen yemişlerdi.
Gece vardiyası bitiminde, yine karşı asker taburundan teğmen Jeon Jungkook'u, silahımın dürbününden görüp gülümsemiş ve çadırıma gidip uyumuştum. Yiyeceklerin verdiği doyuluktan dolayı güzelce uyumuştum. Ama şimdi ise kalkma vakti ve savaşa, hazır olma vakti yine gelmişti.
Benim olduğum bölgede sadece silah sesleri duyuluyordu, savaşmıyorduk burada, ne olur ne olmaz diye de kurulmuştu burası. Yani burada savaş yoktu, lâkin her an buraya da sıçrayabilirdi. Biz sadece vardiyalı olarak gözcülük yapıyorduk.
"Hadi askerler kalkın ayağa!" diyor çadırda kalan müfrezeye yine gür bir ses. Gözlerimi zorlukla açıyorum ve etrafıma bakıyorum, epey uyuduğumu görüyorum. Çünkü güneş tam tepede, yani öğlen olmuş bile.
"Kalkın ve şu yeni gelen silahların nasıl kullanıldığını öğrenin!" diyor yeni gelen Amerikalı Başkumandan Alex Kocharew. Daha fazla bağırmaması için kalkıyorum. Herkes hazır olda durmuş bekliyorlar. Bende hemen onların yanına geçiyorum sessizce.
Dün gece gözcü kulesinde Üsteğmen Choi Shik yanıma uğramış ve yarın Amerika'dan yeni silahlar ve Amerikalı bir başkumandan geleceğini söylemişti. Hazır olmamızı belirtmişti, ama bu tamamen aklımdan çıkmıştı. Umarım fazla kızmaz diye düşünüyorum. Gerçi Üsteğmen şimdi burada yok ama neyse.
Başkumandan geni gelen silahları anlatmaya başlıyor bile.
"Bu M1'ler dün Amerika'dan getirildi. Bundan beş sene önce üretildi. Ağırlığı 2.48 kg. Uzunluğu ise 904 mm. 30 kalibrelik mühimmat kullanılıyor. Ve bu silah 8 mermi kapasiteli." diyor ve gözleri bizi tek tek süzüyor.
"Sen!" diyor gür bir sesle, çenesiyle beni işaret ederek. Başımı eğip kaldırıyorum ve cevap vermesini bekliyorum.
"Şu silahı al ve hepiniz, gelin benimle." diyor ve çadırdan çıkıyor. Hepimiz birbirimize bakıyoruz, akabinde ben öne çıkıp, türünün, adının, M1 olduğunu öğrendiğim silahı alıyorum ve başkumandanın çıktığı yönden bende çıkıyorum. Diğer er askerler de benim arkamdan geldiklerini, ayak seslerinden anlıyorum.
Hepimiz başkumandanın yanında yer alıyoruz ve başkumandanın ne söyleyeceğini bekliyoruz.
"Asker! İsmin neydi?" diyor bana bakarak.
"Taehyung başkumandanım." diyorum.
"Öne çık ve şu karşındaki tepsiyi vur bakalım." diyor karşımızda kurulan düzeneğe ithâfen.
"Emredesiniz başkumandanım." diyorum ve silahı kaldırıp çenemin hizasına getiriyorum. Buraya geldiğimden beridir bir şey vurmadım, arada bir tatbikât yapılırdı ama elimizde gerçek silahlar yoktu, çünkü daha çocuktuk biz bir nevî. Ellerim titriyor o sırada ve şakaklarımdan terler dökülüyor. Korku ve heyecanı bir arada yaşıyorum. Ya vuramazsam diyorum içimden.
"Asker! Titremesin elin." diyor tekrardan gür bir sesle.
Derin bir nefes alıyorum ve elimi tetiğe koyuyorum. Nefesimi bırakıp tetiği çekiyorum. Merminin nereye gittiğini bilmiyorum, çünkü tetiği çektiğim an gözlerimi kapatmıştım. Akâbinde bir el konuyor omzuma ve hoşnut olmuş bir şekilde konuşuyor.
"Aferin asker. İyi nişan aldın." diyor ve gidiyor yanımızdan. Rahatlamış bir nefes alıp veriyorum. Ya vurmasaydım diyorum kendime.
Diğer er askerler yanıma gelip, gülümseyerek tebrik ediyorlar. Elimi alnıma atıp soğuk terlerimi temizliyorum ve çadıra geri dönüyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dinmeyen kurşun sesleri
Fanfiction"Seni incitmekten çokça korkuyorum, seni üzmekten çokça korkuyorum. Bir gün çocuk, eğer ki bir gün benim için, hârelerinden yaşlar düşerse, yaşayamam." "Eğer ki bir gün, bir gün Teğmen Jeon, benim için veyahut benim yüzümden size, canınıza bir şey o...