|7| Kahve Hârelim

60 14 0
                                    

Ludovico Einaudi - Seven Days Walking / Days 4: A Sense Of Symmetry

"Aşkınızdan, aşkınıza, âşığınıza, yek bela, yek musibet gelmemesi için vazgeçer misiniz?" diyorum başkumandana.

"Âşığım için vazgeçerim ve vazgeçtim de asker," diyor başkumandan benimle birlikte oturduğu, çürümüş, hayata küskün olan söğüt ağacının gölgesinde. İkimiz de karşıya bakıyoruz. Duraksadığı yerden devam ediyor çok vakit geçmeden.

"Buraya, dönmek umudu ile gelmedim, buraya âşığımı, oğlumu, kızımı bırakarak geldim. Ölümü göze alarak geldim. 'Beni beklemeyin, belki de dönmem' diyerek geldim. Lâkin yarın dönüyorum asker." diyor. Hızla gözlerimi çeviriyorum, haberim yoktu. O, beni anlayan üstlerden tekti. Sadece o beni anladı. Geldiği günden beri bana bir abi, baba şevkati ile yaklaşıyordu. Gideceği için, üzgünüm, lâkin bir yandan da mutluyum. Ailesine kavuşacak en nihayetinde. Yüzümde bir tebessüm peyda oluyor. O da çeviriyor başını benden tarafa, benim gibi onun da yüzünde bir gülümseme peyda oluyor.

"Yolunuz çokça açık olsun başkumandanım. Tanrı sizinle olsun."

Gülümsüyor. Gülümsüyorum.

"Biliyor musun," diyor, tekrardan karşıya bakıyor. Bende yüzümü ondan alıyor ve söyleyecek sözleri bekliyorum.

"Oğlumun adı da Taehyung." Şaşırıyorum.

"Çokça sevdiğim bir arkadaşım, eğer ki oğlu olursa, ismini Taehyung diye koyacağını söylemişti. Koreliydi, lâkin Kuzeyliydi o. Fakat olmadı oğlu, ne bir eşi, ne de bir oğlu. Savaşa yenik düştü. Soğuk savaşa yenik düştü. O, oğlunun ismini Taehyung koyamadan gitti. Bir aşığı olmadan gitti. Lâkin benim var, bu yüzden ben koydum oğlumun ismini Taehyung diye. Belki izliyor beni yukarılardan, sevinir ya." diyor başkumandan. Başımı eğiyorum o sırada, tam konuşacağım sırada bir ses işitiliyor.

"Başkumandanım, yüzbaşı sizleri çağıyorlar." diyor bir asker. Başkumandan, askere başını sallıyor, asker de selam verip gerisin geri, geldiği yönü tekrar gidiyor. Başkumandan, tekrardan başını benden tarafa çevirip, yüzünde var olan gülüşü ile bana bakıp ayağa kalkıyor. Bende kalkıyorum. Elini omzuma atıp sıkıyor ve konuşuyor akabinde.

"Kendine çokça dikkat et asker, belki bir daha görüşemeyiz, lâkin görüşürsek ve seni sağ salim görmesem döverim seni." diyor ve gülümsüyor. Bu dediğine bende gülümsüyorum. Başımı sallıyorum.

"Siz de kendinize çokça dikkat edin başkumandanım. Eşinize ve çocuklarınıza selamlarımı iletiniz lütfen."

"İletirim." diyor ve gidiyor. Bir süre sırtını seyre dalıyorum. Akabinde gerisin geri, yerime tekrardan kuruluyorum. Elime bir dal parçası alıyor ve toprağa bir şeyler karalıyorum. Akabinde, T ve J harflerini yazıyorum. Ne de yan yana yakışıyorlar. Ne de güzeller.

Teğmen Jeon'u gördüğüm gecenin üzerinden, bir hafta geçti. Gelmedi. Şafak sökene kadar bekledim onu gözcü kulesinde, lâkin o gelmedi. O da mı vazgeçti yoksa benden? Ama bana hediyeler verdi. Aşkını ilan etti bana. Ya da belki işi çıkmıştır da, gelememiştir. Yani, değil mi? Belki gelir bu gece. Evet gelecek! İnanıyorum.

•••

Yine elimde tüfeğim, gözcü kulesinde bekliyorum. Birini. Onu. Teğmen Jeon'u.

Ve tam o sırada kaşı tellerden bi' hışırtı dolduruyor kulağımı. Heyecanla bakıyorum o tarafa. Geldi. Hızla iniyorum gözcü kulesinden ve ona gidiyorum. Öncelikle etrafıma bakınıyorum, sonrasında varıyorum tellere. Görüyorum onu, orada. Yine yüzünde can bulan gülüşü ile bana bakıyor. Hemde çokça güzel. Bende gülümsüyorum yüzüne karşı.

"Taehyung, Taehyung'um," diyor. İlk defa ismim ile sesleniyor bana. Ellerini uzatıyor, ellerimi uzatıyorum ellerine. Tutuyor, sıcacık elleri ile, buz gibi ellerimi.

"Seni, ne denli özlediğimi, yek ben, yek Tanrı bilir." diyor sözlerine devam ettirerek. Utanıyorum. Gülümsemem hala yüzümde vâr olarak eğiyorum başımı. Fısıltı ile, lâkin duyulabilir şekilde konuşuyorum.

"Sûretinizdeki çukurları, tenimde hissetmeyi, ne çok özlediğimi yek ben, yek Tanrı bilir Teğmenim."

"Çokça özürler diliyorum, gelemedim." Hemen kaldırıyorum başımı.

"Hayır lütfen." diyorum.

"Müttefik ülkelerden birine gitmem gerekiyordu, sana haber veremedim."

"Düşünmeyin lütfen böyle, işinizin çıkması çokça normal, lâkin sizi çokça merak ettim." diyorum.

"Tekrardan özürler diliyorum Kahve Hârelim." diyor. Şaşıyorum. Kahve Hârelim dedi bana. Gülümsüyorum. Sonra elleri ellerimden kayıyor.

"Dokunabilir miyim?" diyor tenimi işaret ederek. Başımı sallıyorum usulca. Elleri tellerden yüzümü buluyor. Parmakları ile okşuyor tenimi. Gözlerimi kapıyorum. Dokunuşu çokça güzel hissettiriyor. Sonra çekiyor ellerini, yine yerini buz gibi hava dolduruyor. Gözlerimi açıyorum, gülümsüyor hâlâ bana. Gözlerim çukurlarına düşüyor. Titreyen ellerimi tellerden uzatarak, çukurlarına bastırıyorum. Akabinde çekiyorum ellerimi. Beklemediği aşikâr. Başımı eğiyorum tekrar ve konuşuyorum.

"Teğmenim, günah değil mi bizim yaptığımız,"diyorum. "Günahkâr olmak istemem, lâkin sizi de sevmekten alıkoyamıyorum kendimi. İnsanlar bizi çokça aşağılar. Tanrı yüzümüze gülmez."

Gülümsediğini duyuyorum.

"Kahve Hârelim, sen değil, dünya günahkâr."

Teğmen Jeon'un söylediklerinin üzerinden kaç dakika geçti bilinmez, öylece bakıyorduk birbirimizin gözlerine, biz değil, bu sefer gözlerimiz konuşuyordu. Akabinde dimağıma doluşan, bu sabah Albay'ın sözleri geliyor.

"Teğmenim," diyorum.

"Söyle Kahve Hârelim." diyor. Gülümsüyor ve devam ediyorum.

"Ben ve bir kaç er askerler, bir kaç günlüğüne şehre ineceğiz," diyorum. Dişlerimi dudaklarıma bastırıyorum. Gözleri oraya kayıyor, bir kaç saniye orada oyalanıyor, sonrasında tekrardan gözleri gözlerime düşüyor.

"Şey diyecektim, siz de şehre iner misiniz?" diyorum.

Elleri teller arasından tekrar tenimi buluyor. Okşuyor, cevap veriyor gecikmeden.

"Tabii ki, tabii ki gelirim. Sonuçta ben Rütbeli bir Teğmenim, kimse nereye diye hesap soramaz bana." diyor. Seviniyorum. Elleri tenimden ayrılıyor.

"Hadi git, üşümüşsün," diyor ve devam ediyor.

"Aynı yerde buluşalım." Başımı sallıyorum sadece.

"Öpebilir miyim?" diyor yanağıma ithafen. Öncelikle ne diyeceğimi bilemiyorum, heyecanlanıyorum, heyecan dört bir yanımı sarmış durumda. Kalbim küt küt atıyor. Sadece bir öpücük, diyorum kendi kendime. Sadece bir öpücük. Yüzümü tellere yaklaştırıyor ve çeviriyorum başımı. Sıcacık dudakları yanağımı buluyor. Geri çekiliyor, yüzümü tutuyor ve çeviriyor. Göz kapaklarımdan öpüyor bu sefer. Gözlerim kapanıyor. Çekildiği vakit açıyorum gözlerimi. Hâlâ gülümsemesi yüzünde vâr oluyor. Elleri yüzümden iniyor.

"Hadi git Kahve Hârelim." Başımı sallıyorum. Gitmeden önce son tümcelerimi dile getiriyorum.

"Bende sizi az seviyorum Teğmen Jeon." diyor ve gidiyorum. Arkamda bana gülümseyen birini bırakıp gidiyorum.

Dinmeyen kurşun sesleriHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin