Jóhan Jóhannsson Good night, day
Ryuichi Sakamoto - THE revenant - Theme 2
3 ay sonra..
3 ay geçti üzerinden, savaşın üzerinden. Kış mevsiminin üzerinden günler geçmişti, çiçekler yavaş yavaş açmaya başlamıştı bir umut. Belki savaş bitmiştir umudu ile açmıştılar, lâkin bitmedi. Çocukluğumuzu yaşamamanın üzerinden biraz daha zaman geçti. Hâlâ askerler geliyor, hâlâ çocuklar, bazıları ağlıyor, bazıları zor tutuyor kendini. Hala bitmedi, korkuyorum her vakit. Birine, birimize bir şey olacak diye çokça korkuyorum. Gerçi ölenler çokça oluyor, günde en az altmış kişi gözlerini yumuyor. Tanrı'nın yanına gidiyorlar. Annem hep derdi ki; "Erkenden ölenler Tanrı onların daha fazla günah işlememesi için yanına alıyor. Daha fazla ruhları incinmemesi için yanına alıyor. Ruhları artık rahat etmesi için yanına alıyor." Peki ya geride kalanlar? Tanrı onları düşünmüyor mu? Belki sevdiği, o gitti diye canına kıyar. Bunun cevabını kim verecek peki?
Kuşlar uçuyor, hayatımın kısa olduğunu hissediyorum. Çiçekler yavaş yavaş doğuyor, benim sonumun olduğunu hissediyorum. Belki de sadece histir değil mi? Belki de...
Teğmen Jeon ile birbirimize, aşkımız ilan etmemiz üzerinden de üç ay geçti. Koskoca üç ay. Gizlice buluşuyor yine. Lâkin yetmiyor, onun beni öpmesi yetmiyor, benim onu öpmem yetmiyor. Daha fazla birbirimizin olmak istiyoruz. Teğmen Jeon beni çok güzel seviyor, pekâlâ bende. Her daim gülümsüyor çukurları ile yüzüme. Hiç solmadı gülüşü yanımda. Her daim dokunuyorum, çukurlarına. Her daim dokunuyor benlerime.
Dün gece yine öpmüştü beni, hemde çokça güzel, yine dolunay vardı, bu gece de dolunay olacak. Bu sefer onunla el ele gezmek isterim, bu gece sadece taburda ben, bir kaç er asker ve teğmen olacak. Bu yüzden rahatça onunla buluşabilirdim. Ne kadar teller aramızda olsa da, ruhumuz bağlıydı birbirine. Ne kadar teller aramızda olsa da, görüyorduk gözlerimizin berraklığını. Ne kadar teller aramızda olsa da, tenim tenine değiyordu.
Çokça âşıktı, çokça âşıktım.
Biz, birbirimizin, teninde huzur bulan, Tanrı'nın iki kuluyduk. Biz, birbirimizin, gözlerinin berraklığında, kendimizi gören, Tanrı'nın iki kuluyduk. Biz, birbirimize, ruhlarımızı emânet eden, Tanrı'nın iki kuluyduk. Biz, birbirimizin, yüreğinin sesini, melodi gibi anımsacağımıza yeminler eden, Tanrı'nın iki kuluyduk.
"Asker." diyor bu gece burada kalacak olan Üsteğmen. Asker selamı veriyor ve konuşuyorum.
"Buyurun Üstğmenin."
"Bu gece bende seninle dışarıda kalacağım, ne olur ne olmaz diye." diyor. Yüreğim hopluyor, hayır kalmamalı, Teğmen Jeon gelecek ve onu görecek.
"Üsteğmenim, kalmanıza gerek yok." diyorum.
"Rica etmiyorum asker." diyor sertçe. Yutkunuyorum. Başımı sallıyorum, asker selamı vererekten tekrar, geldiğim yolu, gerisin geri dönüyorum. Bir şeyler yapmalıyım. Ama ne? Yok, bir şey gelmiyor aklıma. Eğer ki Teğmen Jeon'u görürse bizim taburun Üsteğmeni, ikimizin de işi biterdi. Ne eksik, ne de fazla.
•••
Çoktan güneş batmıştı, gece olmuştu, er askerler çadırlarında uyuyor, rahatça uyuyorlar, rahatlar. Lâkin ben hiç rahat değilim, içim hiç de rahat değil. Teğmen Jeon var dimağımda. Diken üzerindeyim, ya gelirse, ya onu görürse Üsteğmen? Çokça korkuyorum. Üsteğmen de, bende bir şeyler olduğunu seziyor, lâkin sormuyor. Sormadığı için minnettarım. Tanrı'ma yalvarıyorum içimden, Teğmen Jeon'un gelmemesi için.
O sırada Üsteğmen ayağa kalkıyor. Bende kalkıyorum. Ardını dönüyor ve konuşuyor.
"Dönerim birazdan asker."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dinmeyen kurşun sesleri
Fanfiction"Seni incitmekten çokça korkuyorum, seni üzmekten çokça korkuyorum. Bir gün çocuk, eğer ki bir gün benim için, hârelerinden yaşlar düşerse, yaşayamam." "Eğer ki bir gün, bir gün Teğmen Jeon, benim için veyahut benim yüzümden size, canınıza bir şey o...