Bugün bazı er asker ve teğmenlerin şehre ineceği gündü. Er askerler ailelerini görmek için öyle mutlular ki, heyecandan konuşamıyorlar. Pek tabii bu er askerler kimin olacağı henüz belli değil.
Üsteğmenin Amerika'dan telefon görüşmesi geldiği için çadırdan ayrılmış ve biz de heyecanla onu bekliyoruz.
"Taehyung, senin bir tek annen var değil mi?" diyor er asker Jimin.
Ona bakıyorum ve üzgün gözlerle kafamı sallıyorum.
Gönül isterdi ki, hem annemi hem babamı görmeyi ama, Tanrı onu kendine aldı. Sorun yoktu, en azından rahattı değil mi?
Savaş yoktu orada.
Çok geçmeden üsteğmen de çadıra geri gelmiş ve bizi teker teker süzüyor o sırada.
"Taehyung," diyor üsteğmen beni süzerek.
"Buyurun üsteğmenim." diyerek selam veriyorum üsteğmene.
"Sen er askerlere üst olacaksın. Bazılarını seç ve benimle gelin. Dışarıda sizi bekliyor olacağım, elinizi biraz çabuk tutun." diyor ve gidiyor. Seçimi neden bana bırakılmıştı şimdi. Elimde olsa hepsini seçerim.
Üzgün gözlerle er asker arkadaşlarıma dönüyorum.
Sadece Koreli olan askerler seçilecek, bir gece aileleri ile kalıp geri döneceğiz.
"Jimin, Eun Seok, Chen, Soobin, Soojin, Who Shik ve Seonghwaa." diyorum. Elimde olsa tüm Koreli erleri seçerim ama sadece bu kadar seçmek zorundayım. Seçtiğim er askerler de uzun zamandır burada ve aileleri ile hiçbir temasa geçmeyen askerlerden. Bu yüzden onları seçtim.
Diğerlerinin üzgün gözlerine bakmadan çadırdan adımı atıyorum. Diğerleri de arkamdan geliyor.
"Hazırız üsteğmenim." diyorum üsteğmene selam vererek.
"Binin araçlara." diyor. Bizde, karşımızda bizi bekleyen askerî araçlara biniyoruz. Herkes heyecanlı, aileleri ile görüşmek için fazlaca sabırsızlar, pek tabii bende öyle.
Herkes askerî araca bindikten hemen sonra, askerî araç çalışıyor ve yola koyuluyoruz. Ben cam tarafında olduğumdan dolayı, teğmen Jeon'un, askerî taburunu da görüyorum. Bir hareketlilik olduğunu görüyor gözlerim o sırada. Ve gözüme teğmen Jeon takılıyor. Bizim gibi, bir kaç er asker, askerî araca binmek üzere dışarıda toplanmış, karşılarında ise iki başkumandan ve teğmen Jeon duruyor.
O sırada teğmen Jeon bizim tarafa bakıyor ve bizim askerî aracı görüyor. İçini göremiyor tabii, lâkin ben onu kolaylıkla görebiliyorum. Yoksa onlar da mı şehre inecekler? Eğer ki inerlerse teğmen Jeon'u görebilecek miyim?
Teğmen Jeon'un askerî taburu görüş alanımdan çıkıyor, bende akabinde gözlerimi kapıyorum, Tanrı'ma duâlarımı sunuyorum.
Eğer ki teğmen Jeon da, şehire inecekse, onu görmeyi diliyorum Tanrı'ma....
"Tanrı'nın şansı her daim senin üzerinde olsun oğlum, nuru her daim yüzünde, vicdanı kalbinde olsun." diyor annem. Çoktan gece olmuştu bile.
Annem beni gördüğünde hıçkıra hıçkıra ağlamıştı, pek tabii bende dayanamamıştım irislerinden düşen yaşlara. Kapıda öylece birbirimize sarılı halde ağlamıştık bir süre.
Akabinde, yaşlarımız bittikten sonra içeri geçmiştik. Bir süre öylece dinlenmiştim. Ne çok özlediğimi hissettim evimi. Hiçbir şey değişmemiş. Odam bile; hala aynı yer yatağı ve küçük bir masa, masanın üzerinde asılı halde duran küçük gaz lambam. O gaz lambam bana babamdan hatıra kalmıştı. Babam bizden gittikten sonra, o gaz lambasını açar, loş ışıkta hârelerimde biriken yaşları akıtırdım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dinmeyen kurşun sesleri
Fanfiction"Seni incitmekten çokça korkuyorum, seni üzmekten çokça korkuyorum. Bir gün çocuk, eğer ki bir gün benim için, hârelerinden yaşlar düşerse, yaşayamam." "Eğer ki bir gün, bir gün Teğmen Jeon, benim için veyahut benim yüzümden size, canınıza bir şey o...