🔸11.BÖLÜM: MUHAREBE HATTI

1K 189 99
                                    

Yağmurda yürüyüp hastalığa davet çıkarmak pek akıl kârı olmadığı için şehre arabayla gitmeye karar verdim. Arabayı Juno'nun eşi ve aynı zamanda bahçıvanım olan Bill kullandı çünkü o gün Abraham çok meşguldü. Yolculuk ise... Şey... Garipti çünkü tüm yol boyunca Damien koltuğun diğer ucunda oturdu, ben de diğer ucuna oturdum. Aramızda en az üç kişilik mesafe vardı ve ikimiz de camdan dışarı bakıyor, konuşmak için hiçbir hamle yapmıyorduk. Dalgın dalgın şehre yağan yağmuru seyrederken 'Hiç değilse ilk zamanki gibi hırçın davranmıyor.' diye düşündüm. Dediğimi yapmak konusunda onu iyi tehdit etmişlerdi ama ne kadar 'Ne istersen.' derse desin içindeki o asi ruhu görebiliyordum, bunu saklamayı o kadar da iyi beceremiyordu. Bu yüzden tam olarak hangi noktada kontrolden çıkacağını merak ediyordum. Bunun olabildiğince geç bir vakitte olması için dua ediyordum çünkü bundan payımı alacağımı biliyordum.

Araba hırdavatçının önündeki tentenin altında durduğunda geldiğimizi fark ederek düşüncelerimden sıyrılmak için başımı iki yana salladım. Burası Westland'ın en büyük hırdavatçı - eşya dükkanıydı. İçerisi bir labirenti andırıyordu ve buraya sık sık gelmeyen biri rahatça kaybolabilirdi. Derin bir nefes alarak arabanın kapısını araladım. Sanki gidebileceğim başka bir yer varmış gibi "Buradan gideceğiz." diyerek üzerinde büyük, eski bir pankart olan kapıya yöneldim.

Alışveriş de araba yolculuğu gibi derin bir sessizlik ve soğukluk içinde geçti. İhtiyacım olan şeyleri alıp Damien'ın taşıdığı karton kutunun içine koyarken tiyatro gösterisi için birkaç malzeme de aldım. Umursamaz görünmek için çabalasam da arada sırada Damien'a bakmadan edemiyordum. O malzemeler oldukça ağır olmasına rağmen Damien onları taşımakta hiç zorlanmıyor gibiydi. Sessiz bir biçimde beni takip ediyor, eşyaları kutuya yerleştirirken de bir şey demiyordu. Bunu rahatsız edici buldum çünkü Abraham'la burada olsaydım gülüşür, şakalaşır, sohbet ederdik. Bu düşüncelerle biraz yalıtım kablosu almak için ayak parmaklarımın ucunda üst rafa uzandığımda dengesiz bir şekilde duran kutular sarsıldı. İçlerinde ne vardı bilmiyordum ama metal şıngırtıları duyabiliyordum. O ağır kutunun üzerime düşeceğini anlamam sadece bir saniye içinde oldu! Gözlerim fal taşı gibi açıldı. "Ah, olamaz." dedim. Panik göğsümü dağlarken Damien en ufak şekilde panik yapmadı ve kolunu başımın üzerine uzatarak pazılarının tersiyle kutuyu sertçe geri ittirdi. Uyguladığı güç karşısında büyük, ahşap raf hafifçe titredi. Her şey o kadar hızlı gerçekleşmişti ki başımı kaldırıp şaşkın şaşkın Damien'ın yüzüne baktım ve bir an için birinin kolunu kırmanın onun için hiç de zor olmadığını düşündüm. Neredeyse rafı devirecekti ve gücünün tamamını kullanmamıştı bile!

Ne düşündüğümden habersiz bir şekilde "Dikkatli ol." diye uyardı beni. "Tüm bu şeyler ağır görünüyor."

Nihayet kendime geldiğimde "Teşekkürler," diye mırıldanarak kabloyu kutunun içine koydum. Gözlerim içini eşyalarla doldurduğum kutuya kaydı. Sonra tereddütle ellerimi kutuya uzattım. "Ver, birazını ben taşıyayım." 

Reddederek "Ben hallediyorum." diye homurdandı ve yüzüme bakmamak için başını yana çevirdi.

"Ama o şeyler ağır olmalı. Sana yardım etmeme izin ver."

Damien daha da şaşırdı ama bu hoş bir şaşkınlık değildi. Daha çok dehşete düşmüş gibiydi. Sertçe kaşlarını çatıp "Lanet olsun, senin neyin var?" diye soludu ve ben ses tonu yüzünden şaşırırken sakinleşmeye çalışarak sesini alçalttı. "Bak. Yardımına ihtiyacım yok, tamam mı? Ben hallediyorum. İşine bak sen."

Oysa sadece ona yardım etmek istemiştim!

Onun duyamayacağından emin olduğum bir biçimde "Uyuz pislik!" diye mırıldanarak Damien'a sırtımı döndüm. Bir daha da onunla konuşmaya, ona yardım etmeye çalışmadım. Hırdavatçıdan sonra demirciye gittik. Dışarıda yağan yağmura karşın dükkanın içi öylesine sıcaklıktı ki, hava sıcağın etkisiyle titreşiyor gibiydi. İçeride dökme fırından çıkan erimiş, parlak madeni çekiçle döven zayıf bir genç vardı. Gence tam olarak nasıl bir şey istediğimi anlatırken neden basınçlı bir kutu istediğimi anlamamış gibiydi. Gerçi işi bu olmadığı için pek sorgulamadı. Gencin gözleri bir an Damien'a kaydı ve onu tanıdığını gösterircesine gözleri kısıldı. "Sen Gladyatör Damien değil misin?" diye sordu o ince sesiyle...

Gladyatör: Tutsak Ruhlar (1) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin