selamlar selamlar! nasılsınız efenim :)
ben çooook heyecanlıyım, başlamadan iki şeyi söyleyeyim istiyorum. Espen hayali bir şehir, kitapta askeri bir kurgu. ona göre okursanız sevinirimm. oy ve yorum unutmuyoruz. hepinizi koccaman kucakladım 💐
tarihler, özellikle bu kurguda epey önemliler :') bırakalım mı şuraya 💐
1. ATEŞ BÖCEKLERİ
Bazı acılar ömür boyu dinmez.
Babam asker üniformasının içinde kanlar içinde yatarken, o acının ömrüm boyunca dinmeyeceğini biliyordum. Ama cenazesinde üzerimdeki asker üniformasıyla dimdik dururken tek tesellim vatan için olmasıydı. Çünkü bilirdim; vatan uğruna ölenler aslında hep yaşayacak olanlardı.
Elim karnıma gittiğinde acıyla yüzümü buruşturdum. Daha fazla yürüyebileceğimi sanmıyordum. Etraf karanlıktı ve benim bu yarayla bir adım daha atacak halim kalmamıştı. Sırtımı yolun kenarındaki ağaca yasladım ve derin nefesler almaya çalıştım. Emir ve Cihangir böyle bir durumdayken onlara haber vermediğim için beni öldüreceklerdi. Eh, zaten ölmek üzereydim.
Kanı artık durduramıyordum. Yusuf'un elime tutuşturduğu kazak parçası kana bulanmıştı. O da en az benim kadar azar işitecekti muhtemelen Emir ve Cihangir'den. Görev esnasında en az vurulan askerlerden biri bendim. Ama başımdan belayı da eksik etmiyordum.
Acıyla inlediğim sırada yolun kenarında bir dağ arabası durdu. Askeri yeşil arabanın kapısı açıldı ve içinden genç bir adam indi. Üzerinde beyaz bir gömlek ve lacivert bir pantolon vardı. Beni gördü, panikle bana doğru geldi.
"Hanımefendi," dedi kadife gibi bir ses tonuyla yanıma geldiğinde. "İyi misiniz?" Acıyla yüzümü buruşturdum. "Hayır." Bakışları karnımdaki kurşun yarasına dokundu.
"Yaranıza bakabilir miyim?" Başımı usulca salladığımda ellerini nazikçe karnımdaki kazağa dokundurdu ve kanı umursamadan kazağı çekip yarama baktı. Kaşları çatıldı. "Siz... Vurulmuşsunuz." Başımı salladım. "Uzman çavuşum," diye mırıldandım. "Çatışmada oldu, kendimi zar zor buraya attım."
"Kurşun içeride," dedi telaşlı bir tavırla. "Ben sizi hastaneye yetiştireceğim, hadi kalkın." Kolumdan tutup, belime sarıldığında ona müsaade ettim çünkü gözlerinde samimi duygular görüyordum. Görmesem bile, ıssız bir yolun kenarında ölüp kalmaktan iyidir diye düşünmüştüm.
Beni asker yeşili dağ arabasının ön koltuğuna oturttu ve koltuğu hafif geriye yatırdı. Üzerindeki gömleği bir çırpıda çıkardı ve kolunu yırtıp sertçe yarama bastırdı. Dişlerimi sıkarak inlediğimde, "Çok çok özür dilerim," dedi. "Biraz dişinizi sıkabilir misiniz?" Başımı salladığımda arabanın torpidosundan bir çanta çıkardı ve bir tentürdiyot tarzı sıvıyı pamukla yarama sürdü. Ardından bir şırıngaya sıvı boşalttı ve kolumu sıvadı. "Ağrı kesici," dedi. "Hastaneye kadar uyuşmasını sağlar."
İğneyi vurdu ve yaramın üzerindeki, çoktan kana bulanmış gömleği alıp başka bir parçayı bastırdı. Elimi üzerine yerleştirdi ve çantayı torpidoya koyup kapıyı kapattı. Arabanın etrafını dolanıp, sürücü koltuğuna yerleşti ve arabayı çalıştırdı. Yüzünü daha yakından görüyordum, gözleri kehribar rengiydi. Saçları açık kahve. Kaslı ve yapılı vücudu spor yaptığını gösteriyor gibiydi.
Ağrım biraz olsun azalıyor gibi olmaya başlamıştı. "Bu arada kendimi tanıtayım," dedi. "Ben Evran Yaman Bozkır, Espen şehir hastanesinde genel cerrahım." Doktor olduğunu tahmin etmek zor değildi, bu kadar bilgili ve tecrübeli hareket etmesinden anlaşılabilirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ATEŞ BÖCEĞİ AĞIDI
Teen Fiction- kadın asker, erkek doktor kurgusudur- "Karanlığın içinden beni çekip çıkaran bir ateş böceğiydin. Geldin, ışığını bulaştırdın ve gittin. Göğüs kafesimdeki sızının şifası sendin. Sevgilim, çok gözyaşı döktüm uğruna ama, ışığınla ruhumun yangınına s...