Penceremden giren güneş hüzmesi hesaplanmış gibi gözümün tam içine giriyordu. Göz kapaklarım alev almadan yüzümü kaçırıp gözlerimi açmaya çalıştım. Dün alkolün verdiği etkiyle eve girdiğim gibi uyumuş ve kesintisiz bir uyku geçirmiştim. Dünden kalmanın etkisiyle sürünerek kendimi yataktan attım. Merdivenlerden aşağıya inerken hala esniyordum. Lavaboya girip işlerimi hallettikten sonra çıkmadan önce aynadaki yüzüme baktım. Bir hayli yorulmuş olduğum gözlerimin altında oluşan çukurdan belli oluyordu. Mutfağa girip ısıtıcıya suyu koydum. Boş olduğum günlerde buzluğa ve buzdolabına tost ve sandviç hazırlayıp koyuyordum bu sayede işe ya da okula giderken büyük kolaylık oluyordu. Tost makinesinin fişini takıp buzluktan iki donmuş tost aldım ve tost makinesine koydum.
"Ekin! Hadi uyan!" başımı merdivene uzatıp bağırdım. Mutfağa dönüp kaynayan suyla çayı demledim ve tostları kontrol ettim. O sırada arkamdan sarılıp bağırarak şarkı söylemeye başlayan Ekin'le oturduğum yerden sıçradım.
"HADİ BİR YANAK BİR DUDAK YOLLA! KURUMUŞ YÜREĞİM BİR NEM ALSIN!"
"Deli, ne yapıyorsun deli!" yanağıma ıslak bir öpücük kondurup dans ederek lavaboya doğru yürüdü. Bu kız beni bir gün delirtecek. Olan tostları iki farklı tabağa koyup dolaptan fıstık ezmesi de çıkarıp masaya koydum. Demlendiğini düşündüğüm çayı kupalara koyup masaya oturdum. Tosttan bir ısırık aldım o sırada telefonumu açıp biraz karıştırmaya başladım. Pazartesi ve çarşamba günleri salon kapalıydı bu yüzden bugün bir aksilik olmazsa okula gitmeye karar verdim. Dersler hibritti bu sebeple hukuk fakültesinde devam zorunluluğu kaldırılmıştı bu benim en büyük şansım olmuştu. Çalışmak zorunda olduğum için sınava geç girmiştim. Bu yüzden daha ikinci sınıftaydım. Acelem yoktu okulum uzasa da üzülecek değildim ilk tercihim her zaman spordu. Ekin'in mutfağa girdiğini gördüm.
"Bıçak almayı unutmuşum şuradan bir bıçak versene Ekin." Ekin çekmeceden bıçak alıp karşıma oturdu ve tostunu yemeye başladı. Ben de tostumun üzerine fıstık ezmesi sürüp yemeye devam ettim.
"Var mı bugün bir planın?" diye sordum başımı telefondan kaldırıp.
"Dershaneye gideceğim. Oradan da kütüphaneye geçerim belki Poyraz'la. Sen okula mı?" Başımı onaylar şekilde salladım. O sırada telefonuma bir mesaj geldi. Baktığımda salon için açtığımız gruba mesaj gelmişti.
Hakan abi:
Cumartesi maç var Esin! Hazırlanmaya başlayın, cuma benimlesin.
Durup derin bir nefes aldım. Artık hiçbir mazeretim yoktu bu maçı kazanmak zorundaydım. Üzerimde bir gerginlik hakim olmuştu. Huzursuzca kıpırdanırken telefonum çaldı.Ekrem Abi arıyor...
"Efendim Ekrem abi."
"Heh! Esin bugün biri sabah biri akşam iki sipariş götürülecek. Bizim denyo yine ortada yok boş musun diye soracaktım kızım." Birkaç saniye düşündüm.
"Sabahki kaçta abi?"
"Bir saat olur yarım saat olur ne zaman müsaitsin?" Okula giderken birini dönüşte de birini bırakırdım.
"Olur abi ben yarım saat kırk beş dakikaya çıkarım."
"Tamamdır bekliyorum." Tostun kalan köşesini ağzıma atıp çayımı kafama diktim.
"Nereye abla? Neden aramış Ekrem abi?" Ekin'e bu durumu söylememiştim çünkü ne kadar çok çalışırsam o kadar borçlu hissettiğini görüyordum. Bu yıl sınava girecekti ve bu hisle girmesini istemiyordum.
"Yardıma ihtiyacı varmış canım. Okula giderken hallederim dedim." Başını onaylar şekilde salladı ve kahvaltısına devam etti. Ben de ayaklanıp bulaşıkları lavaboya bırakıp ısıtıcının fişini çektim.
"Bulaşıklar sende." diyip mutfaktan odama yöneldim. Siyah pantolon ve üzerime ince beyaz sweatshirt giyip aynaya baktım. Açık olan saçlarımı ellerimle düzeltip güneş kremimi sürdüm ve aşağıya indim. Makyaj yapmıyordum çünkü hiç ama hiç yakışmadığını biliyordum. Bazen rimel, parlatıcı kullanıyordum ama bugün gerçekten hiç gerek yoktu. Aşağıya inip beyaz spor ayakkabılarımı giyip askıdan her zaman hazır tuttuğum çantamın içine telefonumu atıp omzuma aldım.
"Ekin ben çıktım!"
"Tamam abla!"
"Çıkarken kapıyı kilitlemeyi unutma!"
"Tamaaam!" Gözlerimi devirip evden çıktım. Markete doğru yürümeye koyuldum. İçeri girdiğimde Ekrem abi poşeti hazırlıyordu. Beni görünce gülümsedi.
"Gel kızım. Şu kağıda bana IBAN'ını yazar mısın? Aylık olarak mı ödeyeyim sana yoksa her sipariş sonrası mı vereyim?"
"Abi aylık olursa toplu olur daha iyi olur."
"İyi bakalım al poşet bu çok ağır değil. Geçen sahilde gittiğin yere götüreceksin yine." Kaşlarım istemsizce çatıldı.
"Aynı kişiye mi götürüyorum abi?"
"Evet, bir problem mi var?"
"Yok abi, beyefendi nasıl desem? Oldukça eli açık biriymiş de ben öylesine gelemem sen bir ara söyle bana binlik bahşiş vermeye çalışmasın." Bu sefer o da kaşlarını çattı.
"Ne bahşişi o?"
"Ne bileyim elime bir tomar para tutuşturdu kabul etmememe rağmen. Ben de aldım orada bir çocuğa verdim." Derin bir nefes verdi.
"Ben konuşurum onunla merak etme sen." başımla onaylayıp marketten çıktım. Durağın da orada olması işime gelmişti. Kulaklıklarımı takıp yürümeye başladım. Bugün iki farklı ders vardı ama büyük ihtimalle sadece bir tanesine girecektim. Okula çok sık gidemediğim için arkadaşım yoktu. Çok üzücü bir durum değildi çünkü sınıf çok kalabalık olduğu için kimse doğru düzgün arkadaş edinemiyordu. Ara sokaklardan sahile çıktığımda yolun karşısında aynı arabayı gördüm. Kendime aynı şeyleri yaşama ihtimaline karşı sabır diledim ve yolun karşısına geçtim. Cam yavaşça açılırken göz teması kurmamak için sağa sola bakındım. Poşeti alırken elimle gereksiz temas ettiğini fark edip elimi çektim. Sesli şekilde güldü.
"Ekrem'e bahşiş vermesin mi dedin? Sert kız olma çaban..." derken gülüp güneş gözlüğünü çıkardı ve devam etti. "Asabiyetin etkileyici gerçekten." Kaşlarımı kaldırıp adama baktım. Ağzım açılırken gözlerim kısıldı.
"Yaşından utan be adam yazık." Yüzümü buruşturup arkamı döndüm ve durağa yürüdüm. Gülüş sesini duydum ama arkamı dönüp bir şey söylemedim. Rezil insan her yerde rezildi ama kendini vezir zanneden reziller kadar mide bulandırıcı az şey gördüm. Otobüsün gelmesi ardından boş bir köşeye geçip oturdum ve kulaklıklarımı takarak gözlerimi dinlendirdim.
***
Kartımı basarak kampüse girdikten sonra fakülteye yürümeye koyuldum. Derse beş dakika geç kalmıştım bu sebeple sessizce arka kapıdan girip en arkada rastgele bir yere oturdum. Ders Ceza Özel Hukuku olduğu için zevkle dinlemeye koyuldum. Akademisyen hoca dersi absürt örnekler vererek anlattığı için dinlemesi en zevkli dersti.
"Evet arkadaşlar dünün tekrarı bu şekildeydi. Aklınızda kalan bir soru yoksa bugün yasadışı bahis oyunlarından bahseceğiz. Bu suç herkesin bildiği aşina olduğu şekilde futbol gibi sporlarda görüldüğü gibi daha farklı şekilde insan dövüştürme, hayvan dövüştürme gibi de karşımıza çıkabiliyor. Bu suçun gerçekleşmesı sırasında en çok görülen bir diğer suç da uyuşturucu ticareti. O konuyu haftaya göreceğiz şimdiki konumuzla alakalı olduğu için atıf yapmak istedim. Peki sizce bu suçun sorumluluk alanına sporcular da girer mi? Hangi şartlar altında girer ya da?" İçimden kendi kendime güldüm bu suçtan asla yargılanamazdım 4 yıldır kaybeden birine beş kuruş oynamazlardı. Tabi illegal dövüşlere hiç girmemiş olmam detayını atlıyor olsam da bu derste hocanın verdiği her örnekte kendimi suçlunun ya da mağdurun yerine koyup kafamda canlandırmaktan alıkoyamıyordum. Resmi bir turnuvada bile sponsorun kızı uf puf etti diye bunca yılım yok olduysa illegal bir dövüşte sorunlu biriyle dalaştığımda büyük ihtimalle hayatım kayardı. Bir elim çenemde dersi dinlerken derin bir nefes verdim. Ben nereden bilirim illegal işleri? Sen önce bir işe yara Esin bir kardeşine okul kazandır destek ol kızım. Sana ne yarar bahisli dövüş? Hakan Abi beni kellemden sallandırırdı. O anı düşündüğümde gülmeden edemedim. Bu düşünceler arasında dersler geçip gitmişti.
Bir yandan dersi dinleyip bir yandan kafamda senaryolar kurarken son dersin nasıl geçtiğinin farkına bile varmamıştım. Ders bitiminde büyük ihtimalle bir daha karşılaşmayacağım insanlardan gelmediğim günlerin notlarını dilendikten sonra birkaç kişiden aldığım notların fotoğrafını çektim. Sınıftan çıkıp kafeteryanın yolunu tuttum. Kampüsün yeşilliklerinden faydalanırken hem çayımı içer hem de az da olsa dinlenebilirdim. Kafeteryanın herkesin birbirine aşağılayıcı bakışlar atan havasından kurtulmak için etrafımdaki kimseyle göz teması kurmadan çayımı alıp hızlı bir şekilde dışarı çıktım. Amerikan dizilerindeki kolej prenseslerinin güzel kızı ezmesi gibi bir durum değildi bu. Biri sizinle göz göze geldiğinde sizi durup dururken rakibi olarak görmeye başlayıp "hah bu gerizekalı, ben bundan daha iyiyim" egosunu geliştirip sana aşağılayıcı bakışlar atıyor. Bu yüzden de okula gelmeyi çok sevmiyordum aslında. Gözlerimi kısıp oturabileceğim bir yer aradıktan sonra çimenlerde gölge bir bank gözüme kestirdim. Çantamı yanıma attıktan sonra kuruldum ve çayımı içmeye başladım. Bulunduğum yer geniş bir yeşil alandı ve pekçok fakülteye yolu uzanıyordu. Eğitim hibrit olduğu için yoğunluk yoktu ama boş da denemezdi. Çok da belli etmeden etraftaki insanları izliyordum. Çimenlerin uzak köşesinde yerde oturan kalabalık bir arkadaş grubu vardı. Birinin sözüyle hepsi yerlerle yuvarlanarak gülmeye başladı ben de gülmekten kendimi alamadım. Oturduğum bank yol üstü olmasa da ağaçların arasındaki yola oldukça yakındı. Uzaktaki insanları izlerken önümdeki yoldan birinin geçmesiyle irkildim. Deri ceketi, siyah pantolonuyla ellerini sarı saçlarına atıp aşırı havalı olduğunu zannederek Sosyal Bilimler Fakültesine doğru yürüyordu.
"Tamam en havalı sensin!" diye ağzımın içinde mırıldanarak burun kıvırdım. Oldukça uzaklaşmıştı fakat olduğu yerde bir anlık durdu bana doğru bakacak gibi oldu ama bakmadan yürümeye devam etti. O an nefesimi tuttuğumu fark edip hızlıca verdim. Arkasını dönüp ne diyorsun birader sana ne dese üzerine söyleyebileceğim hiçbir şey olmazdı tam bir rezalet. Soğuyan çayımı tek seferde bitirirken telefonum çalmaya başladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gölgelerin Dansı
General FictionKendi hayatı, kardeşinin sorumluluğu ve spor hayatı... Hepsiyle başa çıkmaya çalışırken düştüğü cehennemden, başarısızlıklarından nasıl kurtulacağını düşünürken daha da içe çekilmesi... Esin'in hikayesinde çatışmanın bitmesi mümkün müydü?