"Nasılsın?"
Mutsuz, kalbi kırık bir haldeyim. Canım çok yanıyor. Neden onların yerinde değilim diye düşünmekten kendimi harap ediyorum. Beni sevmiyorsun diye kendimi eksik buluyorum. Altay yapmamamı söyleyip bana kızıyor. Senin beni sevmemenin eksik olduğum anlamına gelmediğini kendime tekrar ediyorum. Ama olmuyor.
Boşluktaymış gibi hissediyorum. Ne beynimi dinleyebiliyorum ne de kalbimi. Arafta sıkışıp kaldım ve ne yapmam gerektiği hakkında hiçbir fikrim yok. Yavaş yavaş kendimi bitiyorum, bunun farkındayım. Bir baskı var göğsümün üstünde. Nefes aldırmıyor. Altay'a anlatmak bile rahatlatmıyor artık. İçimdeki zehri boşaltamıyorum. Sana ihtiyacım var.
Yoruldum. O kadar çok yoruldum ki, haftalar sürecek bir uykuya dalmak istiyorum. Ama öyle bir yorgunluk ki bu, uykuyla atılabilinecekmiş gibi durmuyor. Dinlenmem lazım, ama seninle dinlenmem lazım. Kokuna, kollarının arasında olmaya ve seni hissetmeye ihtiyacım var.
Yaralarımın merhemi sensin çünkü. Panzehir zehirin kendisinden oluşur aslında. Benim yaramda, zehrimde sensin. Beni bu hale sokan sensin ama aynı zamanda bir merhem görevide görüyorsun. Ne acı ki merhem yarayı tamamen iyileştirmiyor. Ben bir kere o zehri içtim ve panzehrim olmadan kurtulamam.
Korkuyorum. Öyle çok korkuyorum ki seni kaybetmekten, kendimi kaybetmeyi umursamıyorum. Bu yüzden öldürüyorum kendimi. Bedenim değil belki ölen ama ruhum ölüyor. Sensizlikten çok korkuyorum, yükseklikten bile daha çok korkuyorum Alper. Ve sen benim en büyük korkumun yükseklik olduğunu bilirsin.
Okuduğum bir kitapta "Bana yalnızca uçmayı ve düşmeyi öğretirsen ben uçmayı unuttuğum an düşerim baba." yazıyordu. Ailesi; düştükten sonra nasıl yaralarını saracağını değilde, nasıl düşmeyeceğini ve dikkatli olacağını öğrettiği için dikkatsizlik yapıp ilk düşüşünde nasıl kalkacağını bilmeyen bir çocuğum. Çok savunmasızım. Beni düşüren sen olursan ayağa kalkamam.
Düşünceliyim, düşüncelerimin arasında kayboluyorum.
Tedirginim, acı çekmekten korkup başka bir acıyı çekmeye razı oluyorum.
Kötüyüm, hemde çok kötü.
"İyiyim."
Az öncekiler gibi kurabileceğim birçok cümle, anlatabileceğim birçok söz vardı. Ama ben bunu tercih etmiştim. En kısasını ve hissettiklerime en zıt olanını.
Otobüsten inerken farkettiği durgun halimden dolayı sorduğu soruya karşın verdiğim cevaba ve yüzümdeki sahte tebessüme ikna olarak gülümsüyor. Kolunu omzuma atarak bedenimi eve doğru ilerletiyor.
Yürüdüğümüz 5 dakikalık yol boyunca hep sessizdim. Sorduğu sorulara kısa cevaplar veriyor, kaşlarını çatmasına sebep oluyorum. Ama elimde değildi. Artık moralim bozukken mutlu rolü yapmaktan yorulmuştum.
Omzum hafiften sarsıldığında irkilerek bakışlarımı ona çeviriyorum. Kaşları sorgulayıcı bir şekilde çatılmış, gözlerimi ona çevirdiğimde kafasını hafifçe kaldırarak evi işaret ediyor. Geldiğimizi yeni farkettiğimde yine sahte küçük bir tebessümle ona bakıyor ve 'görüşürüz' diyorum.
"İsmail bir dakika." Bir şey demesine izin vermeden eve girecektim ki benden önce davranarak kolumu kavrıyor. Yüzünde sorgulayıcı ifadenin haricinde yalvarırcasına bir ifade de var.
"İyi değilsin. İyi değilsin ama iyiyim demeye devam ediyorsun." Derin bir nefes veriyor. Kuru dudaklarını yalayıp söyleyeceği kelimeleri birleştirmeye çalıştığında bakışlarım ıslak dudaklarına çarpıyor. İçimden kendime alaycı bir gülüş sunuyorum.
"Hala papatya meselesinden dolayı böyleysen," dediğinde kafamı sakince iki yana sallıyorum. Kaşlarını daha çok çatıyor, bakışları daha sorgulayıcı bir ifadeye bürünüyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Papatya Yaprakları - Barış Alper'İsmail
Umorismo"Bir insan ağladığında gözünden gözyaşı akmaz sadece. Kalpler de ağlar, kalplerinde gözyaşları vardır. Kalpten ağlar bazı insanlar." Senin dudakların arasından çıkmıştı bu sözler. Sen öğretmiştin bana bir insanın kalbinin de ağladığını. Ve sana yem...